
II. Dünya Savaşı yıllarında ve öncesinde, pek çok masum Yahudi insanın zulme maruz kaldığı ve hayatını kaybettiği ise açık bir gerçektir.
II. Dünya Savaşı'nda hayatını kaybetmiş on milyonlarca masum insana (Alman, Rus, İngiliz, Fransız, Japon, Çinli, Çingene, Hırvat, Leh, Berberi, Sırp, Arap, Boşnak vs. hangi milletten olursa olsun) karşı yapılanlar, asla mazur görülemeyecek zulümlerdir. Tarihçiler, II. Dünya Savaşı öncesinde ve savaş yıllarında yaklaşık 29 milyon sivil insanın Naziler tarafından (toplama kamplarında, gettolarda, askeri kıyımlarda, siyasi cinayetlerde) katledildiğini hesaplamaktadırlar.
Burada incelenen iki önemli konudan biri, bu korkunç vahşetin sorumlusu olan Nazi Almanyası'nın, İsrail'in bazı kurucuları ile gizli bir iş birliği içinde olduğudur. Bu pek çok insana şaşırtıcı gelebilir, ama tarihsel gerçekler, İsrail'in kurucularının (yani bazı Siyonistlerin) bir dönem Nazi Almanyası ile yakın bir iş birliğine giriştiklerini göstermektedir. Bunun nedeni, Nazi baskısının Avrupa Yahudilerinin Filistin'e göç etmeleri için iyi bir gerekçe oluşturacağını düşünmeleridir. Kendi soydaşlarına ve daha pek çok millete korkunç bir zulüm getirecek olan Nazi İmparatorluğu'nu, ekonomik ve siyasi yönden desteklemiş, Nazilerin ırkçı politikalarını alkışlamışlardır.
Bu ise önemli bir konudur, çünkü Nazi vahşeti ve bu vahşete maruz kalan Yahudilerin trajedisi, II. Dünya Savaşı'ndan bu yana politik bir malzeme olarak kullanılmaktadır. İsrail Devleti içindeki bazı unsurlar, kendi işgal ve terör politikalarını meşrulaştırmak ve kendisine yönelik eleştirileri susturmak için, sürekli olarak "soykırım" kavramına sığınmıştır. Gerçekte İsrail'in kurulması, büyük ölçüde soykırım kavramının getirdiği uluslararası destek ve sempati sayesinde mümkün olmuştur. Bu kitapta işleyeceğimiz bir diğer konu ise, Nazilerin soykırım politikasının sadece Yahudilere değil; Çingeneler, Polonyalılar, Slavlar, dindar katolikler, Yehova Şahitleri, bedensel ve zihinsel özürlüler gibi farklı etnik, dini veya sosyal gruplara da yönelik olduğudur. Nazi vahşetinin en büyük mağdurlarının, toplama kamplarında toplam 5.5 milyon insan yitirmiş olan Yahudi milleti olduğu doğrudur. Ama toplama kamplarında ölen insanların toplam sayısı 11 milyonu aşmaktadır ve bunun yarısından fazlası yukarıda belirttiğimiz gruplara mensup olan insanlardır. Bu insanların yaşadıkları soykırımın da Yahudi soykırımı kadar hatırlanması gerekmektedir. Nazi vahşetini sadece Yahudilere yönelik bir girişim olarak göstermek, başta sözünü ettiğimiz "soykırımı siyasi malzeme haline getirme" çabasının bir parçasıdır ve yanlıştır.
Avrupa tarihinde görülen ve taassuptan kaynaklanan engizisyon uygulamaları veya ırkçı fikirlerden doğan antisemitizm (Yahudi aleyhtarlığı) İslam dünyasında hiçbir zaman görülmemiştir. Yahudilerle Müslümanlar arasında 20. yüzyılda Ortadoğu'da doğan çatışma ve huzursuzluk ise, bazı Yahudilerin din ahlakına uygun olmayan ve ırkçı bir ideoloji olan radikal Siyonizmi benimsemesiyle olmuştur ki, bunun sorumlusu da Müslümanlar değildir.
Antisemitizmin Karanlık Kökenleri
Belirtilmesi gereken bir diğer husus, "antisemitizm" olarak bilinen ideolojinin, zaten hiçbir Müslüman tarafından benimsenmesi mümkün olmayan putperest bir öğreti oluşudur.
Bunu görmek için antisemitizmin kökenlerini incelemek gerekir. Genelde "Yahudi düşmanlığı" olarak anlaşılan bu terimin asıl manası "Sami düşmanlığı"dır, yani Sami ırkından gelen, diğer bir ifadeyle "semitik" milletlere karşı duyulan nefreti ifade eder. Sami ırkı ise temel olarak Araplardan, Yahudilerden ve diğer bazı Ortadoğu kökenli etnik gruplardan oluşur. Samilerin dilleri ve kültürleri arasında büyük benzerlikler vardır. (Örneğin Arapça ve İbranice birbirine çok benzer.)
Dünya tarihine etki eden ikinci büyük dil ve ırk grubu, "Hint-Avrupa" milletleridir. Bugünkü Avrupa milletlerinin çoğu Hint-Avrupa kökenlidir.
Kuşkusuz tüm bu farklı medeniyetlere ve toplumlara Allah’ın emirlerini bildiren peygamberler gelmiştir. Ancak yazılı tarihe baktığımızda, Hint-Avrupa milletlerinin çok eski zamanlardan beri hep putperest inanışlara sahip olduklarını görürüz. Yunan ve Roma medeniyetleri, bu medeniyetler zamanında Avrupa'nın kuzeyinde yaşayan Cermenler, Vikingler gibi barbar kavimler, hep çok ilahlı putperest inanışlara sahiptirler. Bu nedenle bu toplumlar ahlaki kıstaslardan tamamen yoksun kalmışlardır. Şiddet ve vahşet meşru ve övülen bir özellik olarak görülmüş, eşcinsellik, zina gibi ahlaksızlıklar yaygın biçimde uygulanmıştır. (Hint-Avrupa medeniyetinin tarihteki en önemli temsilcisi sayılan Roma İmparatorluğu'nun, insanların arenalarda zevk için parçalandığı bir vahşet toplumu olduğunu hatırlamak gerekir.)
Avrupa'ya hakim olan bu putperest kavimler, Sami ırkına gönderilmiş bir peygamberin, yani Hz. İsa'nın etkisiyle Tevhid inancıyla karşılaşmışlardır. İsrailoğulları'na peygamber olarak gönderilen ve kendisi de ırk ve dil itibarıyla bir Yahudi olan Hz. İsa'nın tebliği, zaman içinde Avrupa'ya yayılmış ve eskiden putperest olan kavimlerin hepsi birer birer Hıristiyanlığı kabul etmişlerdir. (Hıristiyanlığın bu sırada dejenere olduğunu, sapkın bir inanç olan "teslis"in, yani üçle Hristiyalığa dahil edildiğini de belirtmek gerekir.)
Ancak 18 ve 19. yüzyılda Avrupa'da Hıristiyanlığın zayıflaması ve dinsizliği savunan ideoloji ve felsefelerin güçlenmesi ile birlikte, Avrupa'da garip bir akım doğmuştur:
Yeni-putperestlik (neo-paganizm). Bu akımın öncüleri, Avrupalı toplumların Hıristiyanlığı reddederek eski putperest inançlarına geri dönmeleri gerektiğini savunmuşlardır.
Yeni-putperestlere göre, Avrupalı toplumların putperest oldukları dönemdeki ahlak anlayışları, Hıristiyanlığı kabul ettikleri dönemdeki ahlak anlayışlarından daha üstündür.
Bu eğilimin en önemli temsilcilerinden biri, faşizmin de en önemli kuramcılarından biri sayılan Friedrich Nietzsche'dir. Nietzsche, Hıristiyanlığa karşı büyük bir nefret duymuş, bu dinin Alman ırkının ruhunda var olan "savaşçı" ve dolayısıyla sözde asil özü yok ettiğine inanmıştır. Deccal adlı kitabıyla Hıristiyanlığa saldırmış, Böyle Buyurdu Zerdüşt adlı kitabıyla da eski putperest kültürlerin savunuculuğunu yapmıştır. (Zerdüştlük, eski İran'da yaygın olan ve Hint-Avrupa kültürüne ait putperest dinlerden biridir.)
Yeni-putperestler, Hıristiyanlığa düşman olurken, aynı zamanda Hıristiyanlığın kökeni olarak gördükleri Yahudiliğe karşı da büyük bir nefret beslemişlerdir. Hatta Hıristiyanlığı "Yahudi fikrinin dünyayı istila etmesi" gibi yorumlamışlar, bir tür "Yahudi komplosu" saymışlardır. (Yeni-putperestlerin aynı şekilde yegane hak din olan İslam'a karşı da nefret duydukları tartışılmazdır.)
İşte bu yeni-putperestlik akımı, bir taraftan din düşmanlığını körüklerken, bir yandan da faşizm ve antisemitizm ideolojilerini doğurmuştur. Özellikle Nazi ideolojisinin temellerine bakıldığında, Hitler'in ve yandaşlarının gerçek anlamda birer putperest oldukları açıkça görülmektedir.