
Materyalist bir dünya görüşüne sahip olan komünist ideolojiye göre, tek mutlak varlık maddedir ve tarihi, ekonomik ve sosyolojik süreçler de dahil olmak üzere gelişen her türlü olay maddenin farklı formlarının bir yansımasıdır. Buna göre herşey sürekli bir değişim ve gelişim içerisindedir. Ve bu gelişimin itici gücü çatışmadır. Tüm evren gibi insanlık tarihi de çatışma sayesinde gelişmiş, insan bu çatışma sayesinde ilerlemiştir. (Detaylı bilgi için bkz. Komünizm Pusuda, Harun Yahya, Vuran Yayıncılık, 2001)
Gelişmek için sürekli çatışmanın olması gerektiğini savunmak ise, gerçekte insanlığı tamamen ortadan kaldırmaya doğru bir adım, sonu gelmez bir kan dökme kuyusudur. Bu durumda, bu ideolojilerin takipçileri sürekli birbirleri ile çatışır, birbirlerine zulmeder, ilerleme adı altında birbirlerinin kanını dökerler. Allah'ın insanlara emrettiği sevgi, saygı, fedakarlık, paylaşma gibi insani duygular, özlenen barış ve huzur ortamı tamamen ortadan kalkar. Hatta bu gibi ulvi özelliklerin toplumun ilerlemesinin önünde engel olduğu düşünülür. Bu ideolojiyi Çin'de hayata geçiren Mao, ardında 60 milyonu aşkın ölü, on milyonlarca işkence görmüş insan ve acımasız bir toplum bırakmıştır.
Oysa çelişkiler ve zıtlıklar, vahşet ve katliam yapmayı gerektirmez. Zıtlıklar her yerde mevcuttur. Gece ile gündüz, karanlık ile aydınlık, soğuk ile sıcak, iyi ile kötü hep vardır. Ancak bu zıtlıklar güzelliklerin vurgulanması, hoşgörü, barış ve bağışlama gibi güzel ahlak özelliklerinin ortaya çıkması için yaratılmışlardır.
Aynı durum fikri alanda da geçerlidir. İnsanların farklı düşünüyor veya inanıyor olmaları, birbirlerini öldürüp acımasızca katletmelerine gerekçe olamaz. Allah insanlara düşmanlarına dahi güzel davranışlarda bulunmayı, güzel söz söylemeyi emreder. Her çelişki, Kuran ahlakının getirdiği akıl ve vicdana sahip insanlar tarafından barış, huzur ve hoşgörü ortamında çözülür.
Ancak komünizm bunun tam zıttını iddia eder. Nitekim komünizmin en önemli unsurlarından biri olan çatışmacılık, insanları bir tür gelişmiş hayvan olarak gören Darwinist düşünce ile birleşince ortaya milyonlarca insanın ölümüne, bir o kadarının da hayatlarının kararmasına neden olan vahşetler çıkmıştır. Bu nedenle Mao ve onun takipçileri, birer hayvan sürüsü olarak gördükleri halkın çektiği acılardan hiçbir şekilde etkilenmemiş, bunu doğanın makul ve normal bir işleyişi olarak görmüşlerdir.
Mao'nun, komünizme muhalif olanları Darwinist önyargı ile hayvan olarak kabul edişi, Harvard Üniversitesi'nden tarihçi James Reeve Pusey'nin China and Charles Darwin (Çin ve Charles Darwin) adlı kitabında şöyle vurgulanır:
Mao Tse-Tung 1964 yılında, bütün aşağılık hayvanlar yok edilecektir diye tehdit savurmuştu. Bununla düşmanlarını insanlıktan çıkarıyordu, bu kısmen Çin geleneğindeki abartıya, kısmen de Sosyal Darwinist realizme dayanıyordu. Aynen anarşistler gibi, devrime tepki duyanları evrimsel başarısızlıklar olarak görüyor ve soylarının tükenmesini hak ettiklerini düşünüyordu. Halkın düşmanları insan değildi ve insan olarak muamele görmeyi hak etmiyorlardı. (James Reeve Pusey, China and Charles Darwin, s. 455)
Mao'nun kendi sözleri de Pusey'nin bu açıklamalarını destekliyordu. Kızıl Çin'in kurucusu, aynı dönemlerdeki bir söylevinde ise "Çin sosyalizminin temeli, Darwin'e ve Evrim Teorisi'ne dayanmaktadır" (M. Mehnert, Kampf um Mao's Erbe, deutsche Verlags-Anstalt, 1977) diyordu.
İşte Mao'nun, Darwinist hezeyanları nedeniyle "insanca muameleyi hak etmediğini" düşündüğü toplumlardan birisi de Doğu Türkistan Müslümanları idi. Çünkü Doğu Türkistan halkı inancı gereği komünizme şiddetle karşı çıkıyordu. Ancak bu haklı tepkilerinin karşılığını son derece acımasız bir şekilde aldılar. Halen baskı ve esaret altında yaşayan Doğu Türkistan, milyonlarca evladını komünist rejime şehit verdi. Yüz binlerce Müslüman Çin hapishanelerinde işkence gördü, evlerinden sürüldü, topraklarını terk etmek zorunda bırakıldı.