25 Mart 2010 Perşembe

Faşizmin İki Yüzlülüğünü Yansıtan Diktatör: Mussolini


Mussolini, faşist karakteri tahlil ederken incelenebilecek ideal bir modeldir. Özünde kibir, ikiyüzlülük, saldırganlık ve vahşet bulunan faşizm, Mussolini ' de açıkça kendini gösterir.

Faşist karakteri analiz etmek için öncelikle incelenmesi gereken kişi, kuşkusuz "faşizm" teriminin sahibi olarak ortaya çıkan İtalyan diktatör Benito Mussolini'dir. Mussolini'nin yaşamına baktığımızda da, faşizmin gerçekte dine büyük bir düşmanlık besleyen, siyasi çıkarlar için gerektiğinde dindar gözüken ikiyüzlü karakterinin örneğini görürüz.

Mussolini'nin hayatının bize gösterdiği bir diğer gerçek ise, faşizm ile komünizm arasındaki çizginin çok ince olduğudur. Faşizm ve komünizm birbirlerine çok zıt ideolojiler gibi görünürler. Oysa baskıcı, zalim ve totaliter karakterleriyle, oligarşik (azınlık iktidarına dayalı) sistemleriyle, dine olan düşmanlıklarıyla, Darwinist dünya görüşleriyle aslında her iki ideoloji de birbirine çok benzer. Bundan dolayıdır ki, bir faşist ile bir komünist arasında gerçekte çok az fark vardır ve her ikisi de kolayca bir diğerine dönüşebilir. Proleterya devrimi hayalleriyle kan döken bir komünist, bir süre sonra aynı vahşeti bu kez faşist idealler için sergilemeye başlayabilir. Her iki ideoloji de vahşet için bir gerekçeden başka bir şey değildir. (Harun Yahya, Darwinizm'in Kanlı İdeolojisi: Faşizm)

Mussolini de, yıllar boyu ateşli bir komünist, gözü dönmüş bir din düşmanı ve fanatik bir Darwinist olarak İtalyan siyasetinde kendine yer edinmeye çalışmış, bu yolla hedefine varamadığında ise, bir anda şekil değiştirip faşist bir diktatör olmuştur.

Mussolini'nin Fikir Babaları: Nietzsche ve Darwin

Mussolini'nin dünya görüşü, "çatışma" ve "savaş" kavramlarına olan inancıydı. Bunları da faşizmin ideolojik kuramcılarından öğrenmişti. Friedrich Nietzsche'den ve onun da fikri temelini oluşturan Darwin'den...

Mussolini'nin bu iki isme olan hayranlığına dair pek çok kanıt vardır. Nietzsche'ye olan bağlılığını, "Nietzsche beni ruhsal bir erotizmle dolduruyor" diyerek kendisi açıkça ifade etmiştir.

Mussolini'nin Darwinizm'e olan ideolojik bağlılığı ise, bir dönem editörlüğünü yaptığı La Lotta di Classe (Sınıf Çatışması) adlı haftalık komünist dergide sergileniyordu. Derginin ilk sayısının kapağında Marx ve Darwin'in büyük birer resmi yer alıyordu. Giriş yazısını kaleme alan Mussolini, bu iki materyalist ideologtan, "geçmiş yüzyılın en büyük iki düşünürü" diye söz etmiş, Darwin'in teorisine büyük övgüler düzmüştü. (Dennis Mack Smith, Mussolini, s.18) Mussolini, La Lotta di Classe ' de Darwinist, komünist ve din aleyhtarı pek çok yazı yazdı, ancak Mussolini iktidara geldiğinde, derginin nüshaları kütüphanelerden aniden kayboldu!

Mussolini'nin Sahte Dindarlığı

Mussolini 1910'lu yılların sonunda ani bir değişim geçirdi ve radikal bir komünist iken, bir anda "faşizm" olarak isimlendirilen idelojinin önderi olarak sahneye çıktı. Aslında kendi icadı olmayan, İtalya'da çoğalan ırkçı ideologlardan devraldığı bu ideolojiyi kısa sürede sahiplendi ve siyasi bir harekete dönüştürdü. Aynı Hitler gibi çevresine işsiz güçsüz sokak serserilerini, maceracıları, şiddet yanlısı cahil kitleleri topladı. Bunları "Kara Gömlekliler" adlı yarı askeri bir örgüt şeklinde örgütledi ve siyasi rakiplerine karşı bir terör mekanizması olarak kullandı. Bu yöntemlerle de birkaç yıl içinde iktidara yürüdü. 1922 yılında İtalya'nın başbakanıydı. Kısa süre sonra ise "Duçe", yani "lider" olarak anılmaya başlayacak ve tam bir diktatör olacaktı.

Mussolini, iktidarının ilk yıllarında son derece dindar bir Katolik gibi gözükmeye çaba harcadı. Eski din düşmanı yazılarının yer aldığı dergileri toplattırıp imha ederken, bir yandan da kendisini dindar gösterecek uygulamalar gerçekleştirdi. Örneğin, yarım yüzyıllık bir aradan sonra din derslerini zorunlu hale getirdi, okullara haç sembolleri ve Hz. Meryem'in resimlerinin asılmasını kararlaştırdı. Nutuklarında her defasında dindar, muhafazakar, milli örf ve ananelerine bağlı bir insan portresi çizmeye çaba harcadı.

Mussolini'nin bu ikiyüzlü dindarlığı etkili olmuş olacak ki kısa sürede kilisenin de desteğini kazandı. Çağdaş Liderler Ansiklopedisi'nde Mussolini'nin "kilisenin kalbinde yaptığı fetih" şöyle anlatılır:

"... Vatikan, Katoliklerin partisi Partito Popolera'nın faşizme karşı tavrını tasvip etmez ve Don Sturza'nın, partisinin önderliğinden ayrılmasını sağlar. Buna karşılık Mussolini de kiliseye olan saygısını her fırsatta gösterir, on iki yıl önce evlendiği karısıyla dini nikah yaptırır, çocuklarını vaftiz ettirir... Şubat 1929'da Mussolini ile Kardinal Gaspari'nin imzaladıkları "Patti Laterono" ile kilisenin 1870'de alınan hakları geri verilir. Anlaşmayla kiliseye mutlak bir inanç ve ibadet özgürlüğü, Katolikliğin resmi devlet dini sayılması, Vatikan'ın resmen tanınması ve ayrıcalıklar verilmesi, Papa'nın devlet başkanı kabul edilmesi, papalığa tazminat ödenmesi, dini nikahın kabulü, ilkokullarda din derslerinin okutulması gibi haklar verilir. Papa da bunlara karşılık Mussolini'ye 1932'de "Altın Mahmuz" nişanı verir ve onu "eşsiz bir başbakan" olarak nitelendirir."

Ancak Mussolini tüm bu tiyatroya rağmen gerçekte dinsizliğini sürdürüyordu. İtalyan toplumunu bir kez arkasına alıp kışkırttıktan sonra, dini ortadan kaldırmaya yönelik gerçek politikası kendini göstermeye başladı. 1930'lu yıllarda dini kavramlar yavaş yavaş ortadan kaldırılırken, yerine Mussolini'yi adeta kutsal bir kişi gibi gören pagan bir kültür yerleşmeye başladı. Mussolini'nin tek dini, kendi egoizmiydi ve bunu aşama aşama İtalyanlara kabul ettirmeye çalıştı.

Mussolini bir yandan da dini kavramların içini boşaltıp bunları kendi pagan dinine göre yeniden yorumlamaya kalkıyordu. Yayınladığı emir ve bildirilere "On Emir" ismini vermesi, kibir ve küstahlığının boyutunu gösteriyordu.

Ancak Mussolini'nin kibri uzun süremedi. II. Dünya Savaşı'na Almanya'nın yanında girdi, ancak Almanlardan çok daha önce yenilgiye uğrayarak çöküşe geçti. 1943 yılında kendi vatandaşları tarafından tutuklandı ve hapsedildi. Hitler'in desteğiyle kurtuldu ve İtalya'nın kuzeyindeki güçleriyle muhaliflerine karşı bir süre daha direndi. Savaşın sonunda Alman üniforması giyerek sınırı geçmeye çalışırken bir kez daha yakalandı ve yanındaki metresi ile birlikte kurşuna dizildi. Cesedi Milano'daki bir meydanda ayağından asıldı. Bu, kendisini "kutsal insan" sanan bir psikopat için oldukça ibretlik bir sondu.