
Çin'deki komünizm ana hatları ile iki döneme ayrılabilir: Mao dönemi ve Deng dönemi. Mao ve Deng'in uygulamalarında ve düşüncelerinde ayrıldıkları bazı noktalar bulmak mümkündür. Ancak geniş bir perspektiften bakıldığında iki dönem önemli benzerlikler taşır. Bu değerlendirmenin temel kıstasını ise insan hakları ve demokrasi oluşturmaktadır. Her iki dönem boyunca da ülke Komünist Parti'nin mutlak kontrolü altında tutulmuştur. Ve günümüz yöneticileri de Çin halkını aynı baskıcı rejim altında ezmeye devam etmektedirler.
Mao dönemi 1949'dan 1977'ye kadar uzanır. Bu dönem, milyonlarca insanın açlıktan öldüğü, milyonlarcasının katledildiği, hayatın her alanında katı bir disiplinin hakim olduğu, bireysel hiçbir özgürlüğe izin verilmediği, kitlelerin şiddetle ve baskıyla terbiye edildiği bir dönemdir. Ancak kuponla yiyecek alınabildiği, sadece tek tip kıyafete izin verildiği, halkın yalnız devletin belirlediği fabrikalarda ve tarlalarda çalışabildiği bu dönemde kimin kimle evleneceğine, nerede oturacağına, kaç çocuk sahibi olacağına da hep Komünist Parti karar vermekteydi.
Günümüzde ise belki artık kuponla yiyecek alınmamakta, isteyen istediği kıyafeti giyebilmekte, en azından komşu şehirlerde işe girebilmektedir. Ancak ekonomik ağırlıklı olan bu değişiklikler, Parti'nin siyasi zihniyetinde herhangi bir değişikliğe neden olmamıştır. Bu da Çin halkının ancak Komünist Parti'nin koyduğu sınırlar içinde özgür olduğu anlamına gelmektedir. Nitekim son dönemde yaşanan ekonomik değişiklikler de, Mao'nun uygulamaları neticesinde iflas eden Çin ekonomisini düzeltebilmek için Komünist Parti'nin zorunlu olarak özel yatırıma izin vermesi ile başlamıştır. Ayrıca bu yenilenme ve gelişme kırsal bölgelere yansımamış, kırsal bölgelerdeki yoksulluk oranı gün geçtikçe artmıştır. Bunun yanı sıra, kitabın önceki bölümlerinde detaylı olarak ele aldığımız idamlar, çalışma kampları, mahkumların organlarının satılması, zorunlu aile planlaması gibi uygulamalar da ısrarla sürdürülmektedir. 1989'da yaşanan ünlü Tiananmen katliamından sonra Devlet Başkanı Jiang Zemin'in, "ekonomik reformların devam edeceğini, ama kimsenin demokratikleşme rüyası görmemesi gerektiğini" açıklaması, Parti siyasetini özetlemesi açısından oldukça önemlidir.
New York Times gazetesinde yer alan bir makalede ise, Çin'in demokrasi anlayışı şu şekilde tarif edilir:
Adalet Bakanlığı 2.000'den fazla siyasi tutuklu olduğunu kabul ediyor, üstelik bu, bu rakamın son yıllarda azalmış hali. Ayrıca sayısı bilinmeyen binlerce siyasi ve dini tutuklu da işçi kamplarını ve akıl hastanelerini doldurmuş durumda. Gerçek bir polis devleti olan Çin'de, 1979'da Wei Jingsheng ve Xu Wenli reform için Demokrasi Duvarını oluşturduklarından beri çok az şey değişti. Wei hapishaneye konuldu ve halen hapiste, Xu ise siyasi bir münzevi. ( New York Times, Patrick E. Tyler, Concerning Liberties, Chinaise Free to Prosper But That's All, 30 Mayıs 1997)
Görüldüğü gibi Çin Hükümeti, herkesin, düşüncesini belirtmekte özgür olduğunu iddia etse bile, Çin vatandaşlarının, rejimi, üst düzey parti yöneticilerini ve bu kişilerin uygulamalarını eleştirmeleri, bu eleştirilerini yazılı hale getirip yayınlamaları yasaktır. Parti'nin, kendi görüşleri dışında kalan görüşler üzerinde katı bir denetimi vardır. Devlet güvenliği kavramı çarpıtılmakta ve en ufak bir eleştiri devlet güvenliği kapsamına sokularak kişiler cezalandırılmaktadır. Böyle bir girişimde bulunanlar gözaltına alınıp tutuklanmakta ve aylarca mahkemeye çıkarılmadan, nerede tutulduğu en yakınlarına dahi haber verilmeden alıkonulmaktadır.