25 Mart 2010 Perşembe

Korku Devleti Çin


Komünist Parti'nin 1949 yılında iktidara gelmesiyle Çin çok kısa bir sürede tüm dünyaya korku salan bir devlete dönüştü. Ve ilk günlerdeki şiddete ve baskıya dayalı politikası, hiçbir kesintiye uğramadan bugüne kadar devam etti. Komünist ideolojinin insana ve her türlü insani olguya karşı takındığı duyarsız ve acımasız tutum, insanlar arası ilişkileri mekanikleştiren maddiyatçı yaklaşım, şefkatli ve adaletli bir yönetim anlayışı yerine, acımasız ve zalim bir yönetim anlayışına sebep olmaktadır.

Mao'nun kurduğu komünist Çin'de, düzenin ve istikrarın ancak korku ve şiddetle sağlanabileceği inancı hakimdir. Bunun için devlet, tüm bireylerin özel yaşamlarını son derece sıkı bir denetim altında tutmakta, en ufak bir şüphede kişiyi acımasızca cezalandırmaktadır. Çin'de bir vatandaşın cezalandırılması için ciddi bir suç işlemesine gerek yoktur. Çin Devleti, yurt dışında yaşayan kocasına gazete kupürleri gönderen bir kadını, rahatlıkla, Çin'in devlet sırlarını ifşa etmekle suçlayıp tutuklayabilmektedir. (The Guardian, A Remarkable Woman is Suppressed, 15 Mart 2000) Ya da yabancı bir gazeteciye sıradan bir demeç veren bir kişiyi vatan hainliği ile suçlayıp çalışma kampına gönderebilmektedir. Doğal olarak bu şartlar altında güvenlik, huzur ve istikrar yerine tedirginlik, korku ve güvensizlik hakimdir. Böyle bir toplumsal yapıda sevgi, özveri, merhamet gibi duygulardan bahsetmek pek mümkün olmadığı gibi özgürlükten, demokrasiden ve insan haklarından bahsetmek de imkansızdır. Çin vatandaşları, hükümetin herhangi bir hatasını eleştiremez, ne düşündüklerini özgürce ifade edemez, yenilikten veya değişimden bahsedemezler. Buna yeltenenlerin akıbeti diğerleri için yeterince caydırıcıdır.

Her ne kadar bazı Batılı çevreler ekonomide yapılan liberal reformları öne sürerek Çin'in demokratikleştiğini düşünseler de, Kızıl Çin hükümetinin dikta rejiminden vazgeçmeye hiç niyeti yoktur. Çin topraklarında yaşananlar bunun ispatıdır ve gerek Çin gerekse Doğu Türkistan halkları da acımasız uygulamaların en önemli şahitleridir.

Komünist Parti Oligarşisi

Çin Halk Cumhuriyeti, yargı, yürütme ve yasama organlarının tek bir idareye, Çin Komünist Partisi'ne bağlı olduğu, totaliter bir rejimdir. Ulusal ve bölgesel olarak polis teşkilatında, orduda ve sivil örgütlenmelerde asıl kadro Komünist Parti yöneticileridir. Parti yöneticileri görev başındayken olduğu kadar, emekli olduktan sonra da itibarlıdırlar. Komünist Parti bu örgütlenmesi sayesinde hayatın hemen her alanında hakim konumdadır. Dolayısıyla siyasi ve sosyal yaşamda komünist ideoloji dışına çıkılması mümkün olmaz. Bireylerin düşünceleri, inançları ve uygulamaları komünist ideolojiye ve Parti'nin emirlerine göre olmalıdır. En ufak bir sapma ve hatta sapma ihtimali ağır bir şekilde cezalandırılır.

Çin konusunda uzmanlaşmış olan İngiliz gazeteci John Mirsky, bu komünist iktidarı şöyle tanımlar:

… Onlar (Komünist Parti) için istikrar, büyüklerin ve Komünist Parti'nin aralıksız iktidarda olması ile eş anlamlıdır. Bu duruma yönelik herhangi bir tehdit, onlara göre en etkili olduğunu düşündükleri şeyle, kaba kuvvetle, karşılık görmelidir. (Asiaweek, Jonathan Mirsky, Revolution's Dark Legacy, cilt 27, no 2, 19 Ocak 2001)

Bunun en çarpıcı örneği Mao tarafından gerçekleştirilen "Büyük Atılım" ve "Kültür Devrimi" kampanyaları sırasında yaşanmıştır. Halkın komünizme teslim olması ve komünist ideolojiyi hayata geçirmesi için son derece acımasız ve zalimce yöntemlere başvurulmuştur. Köylüler ürünlerini komünlere vermeyi ve komünist üretim anlayışına geçmeyi kabul edene kadar bilinçli olarak aç bırakılmış, en ağır şartlarda çalıştırılarak ezilmiştir. Milyonlarca insanın hayatını kaybettiği bu uygulama sırasında komünizme karşı olanlar da doğal olarak elimine edilmiştir. Aydın ve eğitimli kesimi hedef alan Kültür Devrimi ise, ülkedeki tüm muhalif sesleri olabilecek en gaddar şekilde susturmuştur. "Devletin üst kadrolarında dahi halen komünizmi benimseyememiş kişiler olduğunu ve bunların eğitilmesi gerektiğini" öne süren Mao'nun talimatıyla başlayan Kültür Devrimi, ülkedeki hemen her eğitimli ve mevki sahibi insanın aşağılanması, dövülüp işkence görmesi ve hatta idam edilmesi operasyonu olmuştur. Mao'nun öngördüğü tek tip kıyafeti giymedikleri, komünist marşları ezbere bilmedikleri gibi sıradan bahanelerle insanların işkence görüp katledildikleri bu dönem sonunda Mao'nun istediği olmuş, komünizm artık insanların "zihinlerine tam olarak yerleşmiştir". (Mao döneminde yaşanan vahşetle ilgili daha detaylı bilgi için bkz. Komünizm Pusuda, Harun Yahya, Global Yayıncılık, 2001).

Mao'nun, komünist Çin'i kurduğu 1949'dan günümüze kadar geçen süre içerisinde bu baskı ve tehdit rejimi, Komünist Parti'nin kapsamlı örgütlenmesi ile muhafaza edildi. Neredeyse beş-on kişi başına bir sivil polisin düştüğü, herkesin bir diğerinin ihbarcısı konumuna geldiği bu ortamda Komünist Parti otoritesini şiddete ve güce dayandırarak ayakta tuttu. Bunun için daha ilk günden acımasız bir ordu ve polis teşkilatlanması oluşturuldu. Devlet ve Halk Güvenlik Bakanlığına bağlı Halkın Silahlı Polisi (PAP) ve Halkın Kurtuluş Ordusu (PLA) bu sorumluluğu üstlendi. İlk kurulduğu günden beri Komünist Parti'nin silahlı kolu olarak hareket eden PLA, 6 milyon askeri ile, bugün dünyanın en büyük ordusu konumuna gelmiştir.