
Siyonizm ile, Yahudi düşmanlığıyla yüklü olan Alman ırkçılığının arasında akrabalık olduğunu söylediğinizde, bunu ilk duyan kişi büyük olasılıkla bunun mantıksal bir çelişki olduğunu düşünecektir. Bu iş birliği, Siyonizmin ırkçı ve radikal yorumlarını savunan kanadıyla Naziler arasındadır. Az önce göz attığımız bilgilerin bize gösterdiği gibi, iki taraf arasında hedef birliği söz konusuydu. Bu Siyonistlerden biri olan Jacob Klatzkin, 1925 yılındaki bir yazısında bu mantığı şöyle açıklamıştı:
Eğer bizler antisemitizmin haklı bir hareket olduğunu kabul etmezsek, kendi milliyetçiliğimizin haklılığını reddetmiş oluruz. Eğer bizim halkımız kendi öz kimliğini korumak ve kendine ait yaşam tarzını sürdürmek istiyorsa, o halde aralarında yaşadığı uluslar içinde bir yabancıdır. Dolayısıyla, kendi ulusal bütünlüklerini korumak için bize karşı savaşmak onların hakkıdır... Bize düşen görev, Yahudilerin sosyal haklarını azaltmak isteyen antisemitlere karşı mücadele etmek değil, Yahudilerin sosyal haklarını artırmak (dolayısıyla onları asimile etmek) isteyen dostlarımıza karşı mücadele etmektir. (Lenni Brenner, Zionism in the Age of Dictators, s. 34. )
Radikal Siyonizmin antisemitizme olan sempatisi, kuşkusuz en başta bu hareketin beyni olan Dünya Siyonist Örgütü (World Zionist Organization, WZO)'nün bazı saflarında yaygındı. WZO'nun Herzl'den sonraki ikinci lideri olan Chaim Weizmann -ki daha sonra İsrail'in ilk Devlet Başkanı oldu- antisemitizme olan sempatisini sık sık vurgulamıştı. 1912 yılında Alman Yahudilerine yaptığı bir konuşmada "her ülke, eğer mide ağrıları çekmek istemiyorsa, ancak belirli sayıda Yahudi'yi hazmedebilir" demiş ve eklemişti; "Almanya'nın zaten gereğinden çok fazla Yahudisi var". 1914'de İngiliz Dış İşleri Bakanı Lord Balfour'la yaptığı bir söyleşi sırasında ise şöyle demişti: "Kültürel antisemitlerle tamamen aynı fikirdeyiz. Bizce de 'Musevi inancına sahip Almanlar' kavramı son derece rahatsız edici, demoralize edici bir fenomendir." (Lenni Brenner, Zionism in the Age of Dictators, s. 30.)
WZO'nun bazı kesimlerinde hakim olan bu düşünce yapısı, örgütün Almanya kolu olan Almanya Siyonist Federasyonu (Zionistische Vereinigung für Deutschland ZVfD)'ndaki bazı kimseler tarafından da paylaşılıyordu. ZVfD, o yıllarda Almanya'daki iki büyük Yahudi örgütünden biriydi. Yahudi İnanışına Bağlı Alman Yurttaşları Merkez Birliği (Centralverein CV) ise asimilasyonist Yahudilerin kurduğu diğer Yahudi örgütüydü. ZVfD ve CV doğal olarak pek çok konuda anlaşamıyorlardı. Birisi Yahudilerin bir ırk, diğeri ise yalnızca dini bir cemaat olduğu inancındaydı.
En büyük anlaşmazlık konusu ise antisemitizm hakkındaydı. CV'ye bağlı asimilasyonistler için, antisemitizm olabilecek en büyük tehlikeydi. Almanya'daki mutlu hayatlarını tehdit eden bu virüsü yok etmek için ellerinden gelen herşeyi yaptılar. Asıl virüsün asimilasyonizm olduğunu düşünen bazı Siyonistler ise antisemitizmin yükselişinden endişe duymak bir yana, bunu son derece olumlu bir gelişme olarak algılıyorlardı. ZVfD'nin önce genel sekreteri sonra da başkanı olan Kurt Blumenfeld, antisemitizm hayranı Yahudilerin başında geliyordu.
Blumenfeld, Brenner'ın ifadesiyle "Almanya'nın Ari ırka ait olduğunu ve bir Yahudinin Almanya'da resmi bir görev almasının bir başka halkın işlerine tecavüz olduğunu savunan antisemit görüşü tamamen kabul ediyordu." (Francis Nicosia, The Third Reich and the Palestine Question, s. 22. )
Sözünü ettiğimiz Alman antisemitleri, Nazilerdi elbette. Naziler 1920'li yılların hemen başında Alman sokaklarında görünmeye başlandılar. Hitler, etrafına topladığı eğitimsiz, saldırgan, psikolojik yönden dengesiz, ırkçı, sadist ve zorba çapulcularla birlikte bu yıllarda ünlü Birahane Darbesi'ni denedi. Sokak gücü olarak kurulan SA'lar (Sturm Abteilung-Yıldırım Kıtaları) siyasi muhalifleri hedef almaya başladılar.
İşte Nazi hareketinin doğduğu bu yıllarda, Nazi- radikal Siyonist iş birliği de başladı. Radikal Siyonistler, az önce değindiğimiz gibi, Naziler ve benzeri antisemitlere sürekli yakınlaşmaya çalışıyorlardı. Hitler de karşı tarafa anlamlı mesajlar gönderdi. Nazi önderi, Francis Nicosia'nın da dikkat çektiği gibi, 1920'lerin başında Yahudi sorunu ile ilgili olarak yaptığı konuşmaların tümünde, çözümün yalnızca Yahudilerin Almanya dışına transfer edilmesi ile mümkün olabileceğinden söz etmişti. Hitler'in bu çizgisi, Yahudilere sokak saldırıları (pogromlar) düzenlemekten başka bir şey bilmeyen kaba ve cahil antisemitlerden oldukça farklıydı. 6 Nisan 1920'de Münih'te yaptığı bir konuşmada, Yahudi cemaatine karşı bir pogrom kampanyası başlatmaktansa, nasyonal sosyalizmin tüm enerjisini Yahudilerin Almanya'dan çıkarılması için kullanması gerektiğinden söz etmişti. Hatta bunun nasıl yapılabileceği konusunda da açık bir mesaj veriyordu. "Gerekirse bunun için şeytanla iş birliği yaparız" diyordu. Bununla, elbette ki ırkçı Siyonistlerle ittifakı kastetmişti. 29 Nisan'da yaptığı bir konuşmada ise, aynen şöyle diyordu: "Son Yahudi Almanya'dan çıkartılıncaya kadar mücadelemizi sürdüreceğiz." (Francis Nicosia, The Third Reich and the Palestine Question, s. 17.) Nazi lideri, 16 Eylül 1919 tarihli bir mektubunda ise şunları yazıyordu:
Duygusal dürtüler üzerine kurulu olan antisemitizm, kendisini her zaman için pogromlar yoluyla ifade edecektir. Oysa, rasyonel bir antisemitizm, Yahudilere verilen sosyal hakların iptali ve Yahudilerin ülkeden çıkarılması için planlı ve sistemli bir program uygulamak zorundadır. (Francis Nicosia, The Third Reich and the Palestine Question, s. 25.)
Hitler'in sözünü ettiği Yahudilerin Almanya dışına çıkarılması işlemi, Nazilerin en önemli ideoloğu Alfred Rosenberg tarafından da hedef olarak belirlendi ve en önemlisi, Rosenberg bu iş için radikal Siyonizmle iş birliği yapılması fikrinin mimarı oldu. Nazi ideoloğu, henüz 1919 yılında yayınladığı Die Spur'da "Siyonizm, Almanya'daki Yahudilerin ülke dışına çıkartılarak Filistin'e gönderilmesi için aktif şekilde desteklenmelidir" diye yazmıştı. (Francis Nicosia, The Third Reich and the Palestine Question, s. 25. ) Lenni Brener kitabında konuyla ilgili olarak, "Rosenberg'in, Almanya'daki Yahudilerin toplumdan izole edilmesi ve ikinci aşamada da Filistin'e yollanması için radikal Siyonizmle iş birliği yapma görüşünün Nazilerin iktidara gelişi ile birlikte gerçek bir ittifaka dönüştüğünü" söyler. (Lenni Brenner, Zionism in the Age of Dictators, s. 45. )
Gerçekten de öyle oldu. Koyu bir Alman ırkçılığı ve ona bağlı bir antisemitizmle yoğrulmuş olan Nazi hareketi, bilindiği gibi 1929 ekonomik krizi, Weimar Cumhuriyeti'nin zayıflığı ve Alman toplumunun sosyo-psikolojik durumu gibi faktörlerin birleşmesiyle önce siyasi gündemin merkezine sonra da 1933 yılında iktidara oturdu. Nazilerin bu zaferi, bazı Siyonistleri sanki kendileri iktidara gelmiş kadar sevindirmişti
Nazilerin iktidara geldiği sıralarda Alman Yahudileri ülke nüfusunun %0.9'unu oluşturuyorlardı. Ancak ekonomik yönden çok daha önemliydiler. Çoğunun refah seviyesi yüksekti. %60'ı iş adamı ya da profesyoneldi. Diğerleri ise esnaf, din adamı, öğrenci ya da çok az sayıdaki işçilerden oluşuyordu. Sayıları az olmasına karşın, yine de Almanya'nın en önemli ırksal azınlığı durumundaydılar ve bu Yahudilerden kurtularak Alman ırkını saf hale getirmek, Nazi politikasının önde gelen hedeflerinden biriydi. Irk saflığı Naziler için o kadar önemliydi ki, Hitler "ideal" vasıflardaki Alman genç kız ve erkeklerini "üreme çiftlikleri"ne doldurup yeni bir üstün Ari nesil yaratmaya bile çalışacaktı. Irkın saf tutulabilmesi için de Yahudilerin Almanlardan tecrit edilmesi ve ikinci aşamada da ülkeden çıkarılması gerekiyordu.
Dikkat edilirse, bu radikal Siyonistlerin de istediği şeydi. Bu nedenle Nazi hareketinin henüz iktidara yürüdüğü sıralarda iki taraf arasında ilginç ilişkiler kurulmaya başlandı. Bu ilişkilerin en çarpıcılarından biri, ZVfD yönetim kurulundan Kurt Tuchler ile üst düzey SS'lerden Baron Leopold Itz Edler von Mildenstein arasında kurulmuştu. Tuchler, Mildenstein'a radikal Siyonizmin Nazi hareketine ne kadar paralel olduğu konusunda uzun bir brifing vermiş ve onu, radikal Siyonizmi öven bir yazı dizisini Nazi yayın organlarında bastırması için ikna etmişti. SS subayı Mildenstein bununla kalmayıp Tuchler ile birlikte Filistin'e bir gezide bulunmayı da kabul etmişti. Hitler'in iktidara gelişinden sonra radikal Siyonist Tuchler ile SS Mildenstein yanlarına eşlerini de alarak altı ay süren bir Filistin gezisine çıktılar. Mildenstein gezi dönüşü yazdığı yazılarda radikal Siyonizme övgüler yağdırmaya devam etti. (Lenni Brenner, Zionism in the Age of Dictators, s. 48-49. ) İyi niyet ziyaretleri de Nazi iktidarının ilk aylarında gerçekleşti. Mart 1933'te Hermann Goering, radikal Siyonist liderlerden oluşan bir Yahudi heyeti ile görüştü.
Radikal Siyonistlerin Nazilere karşı geliştirdikleri bakış açısını en iyi gösteren eylem ise, 21 Haziran 1933 günü ZVfD tarafından Nazi yönetimine gönderilen memorandumdu. 1962 yılına kadar gün ışığına çıkmamış olan bu belgede, radikal ve ırkçı Siyonistler açık açık iş birliği teklif ediyorlardı Nazilere. Uzun mektubun bazı ilginç satırları şöyleydi:
...Irk esası üzerine kurulan yeni Alman Devleti içinde bizler de kendi cemaatimizi genel yapıya uydurmak ve bize ayrılacak olan sahada Babayurdu (Almanya) için faydalı olmak istiyoruz. Bizim Yahudi milliyetçiliğine olan bağlılığımız, Alman ulusunun nasyonal ve ırksal gerçekleri ile büyük bir ilişki ve uyum içindedir. Çünkü bizler de karışık evliliğe (Almanlar ve Yahudiler arasındaki evliliklere) karşıyız ve Yahudi toplumunun kan saflığının korunmasını savunuyoruz... Dolayısıyla bizim burada tarifini yaptığımız ve adına konuştuğumuz bilinçli Yahudilik, yeni Alman Devleti içinde uygun bir yer bulabilir... Bizler, cemaat bilincine sahip olan Yahudilerle Alman Devleti arasında dürüst ve samimi bir iş birliği kurulabileceğine inanıyoruz. Siyonizm, pratik amaçları için Yahudilere düşman olan bir yönetimin dahi desteğini kazanma ümidindedir. (Lenni Brenner, Zionism in the Age of Dictators, s. 49. )
Lenni Brenner bu memorandum hakkında şöyle diyor:
Alman Yahudilerine karşı açık bir ihanet olan bu belgede, Alman Siyonistleri Nazilere oldukça hesaplı bir ittifak önermektedirler. Bu iş birliğinin nihai amacı bir Yahudi Devleti kurmaktır. Nazilere söylenen şey ise basittir: Size karşı asla savaşmayacağız, yalnızca size karşı koyanlarla savaşacağız. (Lenni Brenner, Zionism in the Age of Dictators, s. 47. )
Memorandumu kaleme alan radikal Siyonist ekipte yer alan haham Joachim Prinz, sonraki yıllarda neden böyle bir şey yaptıklarını şöyle anlatmıştır:
Dünyada Yahudi sorununun çözümü için Almanya kadar çaba gösteren bir başka ülke daha yoktu. Yahudi sorununun çözümü? Bu bizim Siyonist rüyamızdı zaten! Biz hiçbir zaman Yahudi sorununun varlığını reddetmedik ki! Disimilasyon. Bu bizim en büyük istediğimizdi zaten!... (Lenni Brenner, Zionism in the Age of Dictators, s. 50. )
Prinz'in de belirttiği gibi, Naziler ve radikal Siyonistleri yaklaştıran faktörlerin başında "Yahudi sorunu"nun varlığına olan inançları geliyordu. Her iki taraf Avrupalı Yahudilerin varlığını bir sorun olarak algılıyor, Yahudilerin Yahudi-olmayanlarla birarada yaşamalarının mümkün olmadığını düşünüyordu. Buna karşın asimilasyonist Yahudiler böyle bir sorunun varlığını bile kabul etmek istemiyorlardı. Bu ise, radikal Siyonistlerin gözünde açık bir ihanetti. Bu nedenle de Yahudi sorununun şiddetle çözülmesi, bu sorunun varlığını bile kabul etmeyen, kimliğini yitirmiş Yahudilerin zorla yola getirilmesi gerektiğinden söz etmeye başladılar. ZVfD'nin haftalık yayın organı Judische Rundschau'da asimilasyonistleri yerden yere vuran yazılar çıkmaya başladı. Derginin editörü Robert Weltsch, bir keresinde şöyle yazmıştı:
Tarihin kriz dönemlerinde Yahudi halkı hep kendi suçlarının cezasını çekmiştir. En önemli dualarımızdan birinde 'günahlarımız yüzünden yurdumuzdan sürüldük' ifadesi kullanılır... Bugün de Yahudiler Theodor Herzl'in (göç) çağrısını duymazlıktan gelmiş oldukları için suçludurlar... Yahudiliklerini onurla ifade etmedikleri, Yahudi sorununu hasıraltı etmeye çalıştıkları için suçludurlar ve Yahudiliği geriletmiş olmanın cezasını çekmelidirler. (Lenni Brenner, Zionism in the Age of Dictators, s. 51. )
Radikal Siyonistlerin mantığı açıktı: Asimilasyonist Yahudiler kendilerinin çağrısını umursamamakla ve kendi ırksal kimliklerini reddetmekle büyük bir günah işlemişlerdi ve bunun cezasını da radikal Siyonistlerin müttefiki olan Nazilerin baskısı ile ödeyeceklerdi. Nitekim Judische Rundschau'da asimilasyonistlere şiddetle saldıran yazılar çıkarken, bir yandan da Nazizmin haklılığını anlatan yazılar çıkıyordu. ZVfD Genel Sekreteri Kurt Blumenfeld, Nisan 1933'teki bir yazısında şöyle diyordu: "Bu topraklarda yabancı bir ırk olarak yaşayan bizler, Alman ulusunun ırksal bilincine ve ırksal çıkarlarına büyük bir saygı göstermekle yükümlüyüz." (Lenni Brenner, Zionism in the Age of Dictators, s. 52. ) Radikal Siyonist haham Joachim Prinz ise, Siyonistlerin ancak kendileri gibi birer ırkçı olan Nazilerle anlaşabileceğini şöyle anlatıyordu: "Ulusun ve ırkın saflığı prensipleri üzerine kurulmuş olan bir devlet, aynı prensiplere inanan Yahudilere ancak saygı duyacaktır." (Lenni Brenner, Zionism in the Age of Dictators, s. 54. )
Naziler iktidara gelmelerinden kısa bir süre sonra Yahudilerin bazı toplumsal haklarını kısıtlayan yasalar çıkardılar. Ancak bu politika radikal Siyonistleri hiç rahatsız etmedi. Zaten Naziler de çıkardıkları bu anti-asimilasyonist yasalarla aslında Yahudilere iyilik ettiklerini düşünüyorlardı. Nazilerin basın sorumlusu A.I. Berndt, Siyonist yayın organı Judische Rundschau'ya verdiği bir demecinde şöyle diyordu:
Çıkarılan yeni (antisemit) kanunlar Yahudiler için de yararlı ve motive edicidir. Almanya Yahudi azınlığa kendi öz yaşam tarzını yaşama fırsatı vermekle, Yahudiliğe ulusal karakterini güçlendirmesi için yardımcı olmakta ve iki halk arasındaki ilişkilerin doğru bir zemine oturtulmasına katkıda bulunmaktadır. (Lenni Brenner, Zionism in the Age of Dictators, s. 54. )
İşte bu mantık üzerinde tarihin en garip ittifaklarından biri olan Nazi-radikal Siyonist ittifakı şekillendi. Nazi iktidarının ilk aylarında iyi niyet gösterileri ile başlayan ilişkiler, kısa bir süre sonra son derece somut ve organize bir iş birliğine dönüşecekti.
Radikal Siyonistler, Nazilerin taşıdıkları Yahudi antipatisinin çok iyi farkındaydılar ve bunun tehlike olduğunu düşünmek bir yana, bunun daha da artmasını istediler. Nazilerin Alman Yahudileri aleyhine çıkardıkları her kanun onları daha da fazla memnun etti. Brenner şöyle diyor:
Naziler Yahudiler üzerindeki vidayı sıkıştırdıkça, Siyonistlerin Nazilerle ittifak yapma yönündeki inançları daha da sağlamlaştı. Onlara göre, Naziler Yahudileri Alman toplumundan ne denli çok dışlarlarsa, Yahudilerden kurtulmak için Siyonizme de o kadar çok ihtiyaç duyacaklardı. (Lenni Brenner, Zionism in the Age of Dictators, s. 58.)
Alman Yahudilerine Hitler'e Oy Verme Çağrısı!
Bu iki taraf arasındaki fark, Almanya Siyonist Federasyonu (ZVfD) ile asimilasyonist Alman Yahudilerinin kurduğu Yahudi İnanışına Bağlı Alman Yurttaşları, Merkez Birliği (CV) örgütlerinin Nazilere yönelik düşünce ve uygulamalarından açıkça görülmektedir. Radikal Siyonistler ile asimilasyonistler arasındaki bu büyük fark, Nazi Almanyası'ndan başka ülkelerdeki faşist rejimlere karşı da belirmiştir. İlerleyen sayfalarda bunlara değineceğiz. Genel bir kural olarak, radikal Siyonistlerin faşist çevrelerle çok iyi anlaştığını, asimilasyonistlerin ise bu gruplara tepki duyduğunu söyleyebiliriz.
Ancak bu kuralın da istisnaları vardır; asimilasyonist Yahudiler içinde de, özellikle sol tehlikeden rahatsız olan burjuvazi arasında, faşistlerle ittifak kuran ya da en azından ittifak arayışına girenler olmuştur. Almanya'da asimilasyonist Yahudilerin kurduğu CV'den sonra ikinci önemli örgüt olan Ulusal Alman Yahudileri Birliği (Verband nationaldeutscher Juden VnJ) bunun en belirgin örneğidir. 1934 yılında, VnJ yönetimi Hitler'in iktidarını sağlamlaştırmak için etkili bir kampanya başlattı. New York Times, 18 Ağustos 1934 tarihli sayısının 2. sayfasında yaptığı haberde bu kampanyayı haber veriyor ve VnJ'nin "tüm Alman Yahudilerini Hitler'in Başbakanlığı için oy vermeye davet eden" tebliğini aynen yayınlıyordu:
Biz 1921 yılında kurulmuş Ulusal Alman Yahudileri Derneği olarak, savaşta olsun, barışta olsun kendi çıkarlarımızı Alman halkının ve Alman vatanının çıkarları üstünde tutmayız. Bu nedenle bize sıkıntı getirse de 1933 Ocağı'nda Hitler'i iktidara getiren ayaklanmayı selamlıyoruz... Hitler'in Başbakanlığını ve hareketinin özündeki tarihsel önemindeki büyüklüğü tamamen onaylıyoruz. Alman Ulusu'na manen ve maddeten bağlı olan Yahudiler olarak bizler, Almanya'dan başka bir ulus tanımayız. Hitler'in Başbakanlığını ve Başbakanlık kurumlarının birlikteliğini destekliyoruz ve kendini Alman hisseden tüm Yahudilerin 19 Ağustos'da Hitler'e evet oyu vermelerini ısrarla tavsiye ederiz. (Lenni Brenner, Zionism in the Age of Dictators, s. 59. )