
21. yüzyılın başında olduğumuz bugünlerde, 1960'lı, 70'li yılların çeşitli faşist diktatörleri de artık tarihe karışmış durumdadır. Ancak faşizm, her an yeni bir coğrafyada yeni şartlar altında yeniden kök salabilmektedir. Ortadoğu da faşist rejim ve örgütlerin vahşetinden çok yara almış bir coğrafyadır. Ve şu anda halen faşist bir diktatör
Ortadoğu'yu tehdit etmektedir: Saddam Hüseyin.
Saddam Hüseyin'in geçmişini incelemek, faşist karakterini görmek açısından önemlidir.
Saddam'ı Irak'ın başına getiren olaylar bir darbe ile başladı. 1963 Şubatı'nda, kendilerine "Baas" (Diriliş) Partisi adı veren bir grup subay ve sokak militanı, o zamana kadar iktidarda bulunan Albay Kasım'ı devirdiler. Bu militanların arasında, darbe günü Albay Kasım'ı öldürmek için görevli olan altı kişilik timin de üyesi olan genç bir adam dikkat çekiyordu: Saddam Hüseyin el-Tıkriti, yani Tıkritli Saddam Hüseyin. Asker olmamasına karşın sürekli üniforma ile gezen Saddam, darbenin hemen ardından Baas yönetimi tarafından terör ve suikastlerden sorumlu özel bir grubun başına getirildi. İlk yaptığı iş ise, darbe muhaliflerini sorgulamak için yeni ve etkili işkence yöntemleri geliştirmek oldu. Baas'ın saray darbesi ile doğan bu iktidarı aynı yılın Kasım ayında sona erince, Saddam Hüseyin'in işkence merkezi ortaya çıkarılmıştı. İşkence merkezi, Saddam'ın özel icadı olan korkunç işkence aletleriyle doluydu. Baas'ın on aydan az süren kısa iktidarı, yine bir darbe ile sona ermişti. Ancak Baas 17 Temmuz 1968'de ikinci bir darbe daha gerçekleştirdi. Bu seferki darbe, kalıcıydı.
Bu ikinci Baas darbesinin ikinci lideri ünlü "işkence uzmanı"ydı: Saddam Hüseyin. Saddam, rejimin kilit noktalarına kendi akrabalarını yerleştirerek ve siyasi rakiplerini tasfiye ederek zamanla tüm siyasi gücü elinde topladı. Acımasız işkence uzmanı, Irak'ın diktatörü olmuştu.
Saddam iktidarı ele geçirdikten sonra sürekli savaş ve çatışma peşinde oldu. 1980 yılında, hiçbir sebep yokken, ani bir saldırıyla İran'ı işgal etti ve 8 yıl boyunca yüz binlerce Iraklı ve İranIının hayatına mal olacak bir savaşı başlattı. Bu savaşın bitmesinden 2 yıl sonra bu kez yine hiçbir sebep yokken Kuveyt'i işgal etti ve Körfez Savaşı'na yol açtı. Alman topraklarını genişletmek için dört bir yana çılgınca saldıran Hitler gibi, Saddam da etrafına terör saçtı.
Dahası, kendi halkına karşı da en zalim yöntemleri kullanmaktan çekinmedi. Saddam'ın iktidarı boyunca, rejime muhalif görülen kişiler, siyasi ve hatta etnik gruplar türlü vahşetlere maruz kadılar. Newsweek dergisi bir sayısında Saddam'ın faşist karakteri için şöyle bir tanımlamada bulunur:
"... Bazıları ona "kana susamış bir despot", "Bağdat'ın kasabı" derler. Saddam Hüseyin Irak'ı ardındaki 1 milyonluk ordu, muhbir, suikastçi ve işkencecilerden oluşan bir lejyon ile çelik eldiven içindeki demir bir el gibi yönetmektedir. Saddam, Ortadoğu'da kendisinin ve ülkesinin büyüklüğü uğruna yaptığı oldukça insafsız tavırlarıyla tanınır. Öyle ki hem içerdeki, hem de dışarıdaki düşmanları için zehirli gaz kullanmaktan çekinmez. (Newsweek, 9 Nisan 1990, 1 Numaralı Halk Düşmanı, s.8 )
Gerçekten de Saddam birçok Iraklı kanı dökmüştür. İran'a karşı başlattığı savaşın sonunda Irak'ın 17 milyonluk nüfusundan 1 milyonu ölmüş veya yaralanmıştır. (Halkın 1 milyonundan fazlası da ülkeyi politik ve ekonomik sebeplerle terk etmişlerdir). Washington merkezli Middle East Watch isimli insan hakları kuruluşu, Irak'ta zorunlu tecrit ve sınırdışı, keyfi tutuklama ve ceza, işkence ve faili meçhul, sıkça uygulanan politik infaz olduğunu bildirmektedir. Amnesty International’in raporuna göre, sadece şüphe üzerine tutuklanan on binlerce insanın büyük bir bölümü serbest bırakılmamış, büyük bir çoğunluğu ise kaybolmuştur. Tutuklulara ve gözaltına alınanlara, üzerlerinde sigara söndürmek, parmaklarını kesmek gibi çok ağır işkenceler uygulanmaktadır. (http://www.iraqfoundation.org/hr/2000/intlorgs/august/31_amnesty.html )
Saddam Hüseyin 1988 yılında Halepçe'de yaptığı katliam ile farklı etnik kökene sahip halka karşı faşist tavrını göstermiştir. Halepçe'deki sivil Kürt yerleşimcilerin üzerinde sinir gazı kullanarak 6 bin masum insanın, bebek, yaşlı, kadın, erkek ayırmaksızın can çekişerek ölümlerine sebep olmuştur. (Ramazan Öztürk, Sessiz Tanık, Sabah Yayıncılık A.Ş., İstanbul 1996, s.124 132. Hürriyet Gazetesi, 21 Ocak 1999 )
Irak'taki faşist rejimin siyasi tutuklulara yaptığı işkenceler daha da korkunçtur. Irak'tan kaçan bir doktor, bu işkenceleri şöyle anlatır: "Güneyde bir hastanede staj yaptım. Hapishaneden getirilenleri sadece doktorlar görebilirdi. Bir et yığını halinde olan insanların çoğu ölürdü. İşkenceden sağ kurtulan siyasi suçlu yoktu. Gözaltına alınacağımı anlayınca hemen kaçtım.'' (Hürriyet Gazetesi, 21 Ocak 1999 )
Saddam'ın zalimliklerinden bugüne dek ailesi ve yakın çevresi de payını almıştır. Irak lideri Saddam Hüseyin'in üvey kardeşi Barzan Tıkriti, Saddam'ın ve oğlu Udey'in kendisini öldürtme ihtimalinden dolayı Birleşik Arap Emirlikleri'ne kaçmıştır. Saddam'ın iki damadı Hüseyin ve Saddam Kamil de 1995 yılında Saddam'dan korkarak Ürdün'e kaçmışlardır. Bunun üzerine Saddam onlara can güvenliği garantisi vermiş ve ülkeye geri dönmelerini istemiştir. Ancak can güvenliklerinin korunacağına dair söz alan iki kardeş Bağdat'a döner dönmez babalarıyla birlikte öldürülmüşlerdir. Daha sonra da annelerinin cesedi paramparça edilmiş olarak bulunmuş, bu olaylar tüm dünya kamuoyunun gözü önünde meydana gelmiştir.
Irak lideri, ülkeden kaçan muhaliflere ise alçakça yöntemlerle gözdağı vermektedir. Örneğin 1995 yılında Ürdün'e kaçan General Necib Selahi, aile yakınlarına tecavüz edilerek, tecavüz kasetlerinin kendisine gönderildiğini ve bunun sadece kendisine değil, birçok muhalife yapıldığını açıklamıştır.
Bu örneklerde de görüldüğü gibi, Saddam'ın Irak halkı üzerinde kurduğu otorite tamamen sindirme, korkutma, yıldırma ve işkence üzerinedir. Saddam Hüseyin'in faşist rejimiyle yönetilen halk ise aç, işsiz ve sefil haldedir. Küçücük bebekler açlıktan ve ilaç bulamamaktan dolayı ölmekte, koskoca bir millet sürekli ölüme ve yok olmaya doğru gitmektedir. Buna rağmen halk ya korkudan ya da içinde bulunduğu kitle hipnozundan dolayı Saddam'a toz kondurmamakta, içinde bulunduğu sefaletten hep "onları", yani Saddam'ın düşmanlarını suçlamaktadır.
Saddam'ı incelediğimizde, faşist karakterin diğer özelliklerini de bulmak mümkündür. Bunun bir örneği, Saddam'ın, aynen Naziler ve diğer faşistler gibi, kendini tarihte yaşamış pagan diktatörlere benzetmesidir. Saddam'ın kendisi için seçtiği "Sparta", Ortadoğu'nun pagan imparatorluklarından biri olan Babil'dir. Saddam kendisini, "ufuktan göğe kadar rakib"i olmadığı söylenen Babil Kralı Nebukadnezar'ın varisçisi olarak görmekte ve göstermektedir. (Ray Wilkinson, "Irak'ın Kara Şövalyesi", Newsweek, 9 Nisan 1990, s.10-11) Irak'ta, Nazilerin pagan törenlerini andırır şekilde, Babil İmparatorluğu'nun yeniden canlanmasını tasvir eden tören ve ayinler yapılmıştır. Süleyman Mabedi'ni yıkan ve İsrailoğullarını Babil'e süren Nebukadnezar, tarihte iki özelliği ile bilinir; acımasız bir kumandan ve büyük bir mimar olması. Psikopatlık derecesinde kibirli olan Nabukadnezar'ın yaptırdığı binaların tuğlalarının üzerine tek tek kendi adını yazdırdığı bilinmektedir. Saddam, Nebukadnezar'ın bu özelliğini de taklit etmekte ve halkının tüm sefalet ve yoksulluğuna rağmen büyük bir müsriflikle yaptırdığı saraylarında kullanılan tuğlaların üzerine kendi adını yazdırmaktadır.
Irak halkının önemli bir bölümü ise, faşizmin meydana getirdiği yoğun duygusal tahrik içinde bu sarayları kendisine yapılmış bir haksızlık ve adaletsizlik olarak görmemektedir. Aksine Saddam'ın sefahat içinde yaşadığı bu saraylar milli bir onur meselesi haline gelmiş, yabancılara karşı Irak'ın bir gururu olarak kabul edilmiştir.
Saddam'ın faşist karakterinin bir diğer örneği ise, dinle hiçbir ilgisi olmamasına karşın, kimi zaman sahte bir dindarlık maskesi takması ve dini siyaseten kullanmaya çalışmasıdır.
Oysa dine aykırı bir iş yapmak (Saddam'ınki gibi haksız yere işgalde bulunup yeryüzünde fitne çıkarmak) için dini sembolleri kullanmaya kalkmanın bir ikiyüzlülük olduğu çok açıktır. Irak halkına, ve faşizmle karşılaşan herkese düşen görev, bu gibi basit propaganda ve aldatmaca yöntemlerine kanmamak, gerçek bir dindar ile dindar rolü yapan bir faşisti ayırdetmek ve ona göre davranmaktır. Bunu ayırt etmek ise zor değildir, çünkü bir faşistin hiçbir şekilde dindar olamayacağı aşikardır.