
Faşizmin dikkat çekici bir diğer yönü ise faşist yönetimler altında yaşayan insanların sanat kabiliyetlerinin gelişmemesi ve bilimsel yöndeki çalışmalarından verimli bir sonuç çıkmamasıdır.
Bunun nedenini görmek için, öncelikle sanatın ne olduğunu tanımlamak gerekir. Sanat, insanın güzelliklerden zevk alması ve bunu ifade etmek istemesiyle başlar. Bunun için de öncelikle bu güzelliklerden zevk alabilecek bir ruha sahip olmak gerekir. Örneğin sevgi, şefkat gibi hislere, estetik duygusuna sahip olan bir sanatçı bir hayvana, bir manzaraya, bir bitkiye baktığında onun güzelliğini görür, ona karşı coşkun bir sevgi duyar ve onu resmeder. Bu tip güzellikler karşısında bir besteci de ortaya güzel besteler çıkartabilir, çünkü ruhunda bu güzellikleri hisseder ve bunu ifade eder. Aynı şey edebiyattan, müziğe kadar her alan için, sanatın her dalı için geçerlidir.
Öte yandan donuk ve katı bir ruhla, zalimliğe, acımasızlığa alışmış, insani özelliklerini yitirmiş bir yapıyla sanat yapılması söz konusu olamaz. Saldırganlığın, kaba kuvvetin üstünlüğüne inanmış, kan dökücülüğün gerekliliğini benimsemiş, dünyayı bir savaş ortamı, güçlü olanların yaşamaya hakkı olduğu bir nevi arena gibi gören bir insanın doğadaki güzelliklerden veya insan güzelliğinden etkilenmesi, bunlardaki incelikleri fark edebilmesi imkansızdır.
Bu sayılan özellikler faşistlerin özellikleridir. Dolayısıyla, bir faşistin sanat duygusuna sahip olması mümkün değildir. Son derece kaba, anlayışsız ve cahil olan faşist ruh, sanatı "gereksiz" bir şey olarak görür.
Aslında faşistlerin sanata olan karşıtlığı, kendilerine örnek aldıkları faşist Spartalılara kadar uzanmaktadır. Atina'da sanatın son derece ilerlediği bir dönemde, Spartalılar sanatla uğraşmayı gereksiz görüyorlar ve daha küçük yaştan itibaren vatandaşlarını savaşçı olarak yetiştiriyorlardı. Spartalı çocukların bu eğitim sırasında okuma yazma, sanat gibi konularla ilgilenmeleri neredeyse yasaktı.
1938 yılında Nazi yönetimi tarafından hazırlanan bir serginin tanıtım afişi. Serginin amacı, Nazi kültür politikasına uygun olmayan eserlerin sergilenmesi ve aşağılanmasıydı.
20. yüzyıl faşist devletlerinde ise en fazla devlet güdümlü sanat eserleri görmek mümkündü ki, bunlar da zaten faşist devletin propagandasında kullanılmak üzere hazırlatılmış, ruhsuz ve mekanik "ısmarlama" ürünlerdi. Dolayısıyla ortaya gerçek bir sanat eseri çıkmıyordu. Örneğin sadece devletin izin verdiği konular resmedilebilir, mesela savaş resmedilebilir, fakat hoşa gitmeyen konular resmedilemezdi. Bu, edebi eserler için de geçerliydi, ancak faşist devletin izin verdiği konular yazılabilir, bunun dışına çıkılamazdı. Bunun neticesinde sanata benzemeyen bir sanat meydana geliyor ve sanatta, mimaride, edebiyatta estetik yönden bir kütlük, kabalık ve ruhsuz bir donukluk oluşuyordu.
Bunun en açık örnekleri Hitler Almanyası'nda görülüyordu. Hitler ırkçı görüşleri nedeniyle, bazı sanat ürünlerini boykot etmişti. Örneğin siyah derili insanları "aşağı ırk" olarak gördüğü için, "zenci müziği" olarak bilinen caz müziğin Almanya'da çalınmasını yasaklamıştı. 1935 yılında dönemin Radyo Genel Müdürü Eugen Hadamowski Hitler'den aldığı emirle "Zencilerin cazının Alman radyolarından yayınını kesinlikle yasaklıyorum" diye bildirmişti.
1940 yıllarının başlarında ise, Hitler en görkemli günlerini yaşarken, İngiltere ve ABD'ye yönelik olarak yapılan radyo propaganda yayınlarında bu kez caz müziği bir araç olarak kullanmaya başladı. Bu dönemde her iki ülkede de caz en çok dinlenen müzik türlerinden biriydi. Naziler ise bunu bir propaganda unsuru olarak kullanabileceklerini düşündüler. Avrupa'nın ünlü cazcılarını bir araya topladılar. İlk iş olarak tüm ünlü caz şarkılarının İngilizce isimlerini Almanca'ya çevirdiler. Şarkı sözleri, tamamen Almanya'nın gücünü anlatan propaganda sözleriydi. Bu Nazi versiyonlu caz müziği sadece Batıya yönelik programlarda çalınıyor, Alman radyolarında ise çalınması kesinlikle yasaklanıyordu.
Şarkıların sözleri ise faşist içeriğe sahipti. İşte bir örnek:
"Sen en büyüksün... bir Alman pilotusun... Makinalı tüfek ateşisin... Kahraman bir denizaltı askerisin... En büyüksün... Bir Alman bombardımanısın..." (Nokta Dergisi, 13 Mart 1988, s. 76-77 )
İşte Nazilerin sanattan ve müzikten anladıkları buydu. Resimler, şarkı sözleri, müzik türleri ve edebiyat, hep devlet tarafından belirlenen konuları içermeliydi. Ressamlar ancak savaş ruhunu körükleyecek resimler yapabilirlerdi. Örneğin yukarıda sözü edilen "devlet güdümlü caz grubu" Nazi propagandası dışında içeriği olan bir albüm çıkardığında hemen "dejenere" olmakla suçlanmış ve bir daha böyle bir deneme yapmamak üzere uyarılmıştı.
Hitler'in sanatçılara yönelik uygulamaları bununla da kalmamıştı. 1933 yılında çıkan ırk kanunlarından sonra Reichsmusikkammer (Reich Müzik Odası) tüm Alman sanatçıların listesini çıkardı. Sonuç olarak yüzlerce yetenekli müzisyen ırkları veya yaptıkları müzik Hitler'in hoşuna gitmediği için işlerinden atıldılar ve kariyerlerine son verildi. Mendelssohn, Mahler, ve Schoenberg gibi ünlü bestecilerin aynı nedenlerden ötürü müzikleri yasaklandı. (http://fcit.coedu.usf.edu/holocaust/arts/musDegen.htm )
Hitler'e göre sanatın görevi belirli politik mesajları taşıyarak halkın görüşlerini şekillendirmekti. Hitler'in gerçek sanat dediği, kırsal yaşam, sağlık ve Aryan ırkının konu edilmesiydi. Bir konuşmasında sanat ve sanatçı anlayışını şöyle açıklıyordu:
"Biz, Alman ırkının kültürel damgasını Alman halkı üzerinde etkili olarak kullanabilen sanatçıları keşfedeceğiz ve onları teşvik edeceğiz. Onlar resimlerinde halkın ruhunu ve ideallerini ifade ederler." (http://fcit.coedu.usf.edu/holocaust/arts/artReich.htm)
Bütün bunlardan anlaşıldığı üzere faşist yönetimler altında yaşayan insanların sanat yetenekleri ve bilimsel çalışmaları çok verimsiz olur. Buna karşın bir toplumda din ahlakının gerçek anlamda yaşanması, sanatta büyük bir atılım ve yükseliş meydana getirir. Dindar insanlar evreni ve tüm canlıları Yüce Allah'ın yarattığını bildikleri için çevrelerindeki herşeye bu güzellikleri görmek amacıyla bakarlar. Allah'ın yaratma sanatını görür ve büyük hayranlık duyarlar. İnsanları, hayvanları, bitkileri ve tabiattaki herşeyi Allah'ın yarattığı varlıklar olarak görür, hem kıymet verir, hem çok sever, hem de güzellikleri ve incelikleri fark ederler. Nitekim tarihteki en büyük sanat eserleri, dindar sanatçıların dini kavramlardan aldıkları ilhamla ortaya çıkmıştır.