
Çin'in Doğu Türkistan'a 5 milyon Çinli daha yerleştirebilmek için hazırladığı projelerden birine International Herald Tribune gazetesinde yer verilmiştir. Gazetede yayınlanan haberde, Çin'in bu projesinden bahsedilirken, en az proje kadar ilginç bir noktaya temas edilmiş ve Çin'in uygulamaları ile İsrail'in uygulamaları arasındaki benzerliğe dikkat çekilmiştir. Bu projeye göre Çin asıllıların azınlıkta bulunduğu Çin'in batı bölgesine (yani Doğu Türkistan'a), 14 milyar dolarlık bir yatırım yapılacak ve bu sayede hem tarımsal olarak hem de yeraltı zenginlikleri kullanılarak bölgenin imkanlarının tam kapasite olarak Çin ekonomisi tarafından kullanılması sağlanacaktı.
Aslında bu proje bölgeye Çinli göçü sağlayabilmek için zekice hazırlanmış bir kılıftı. Çünkü tüm yaptırımlara ve göç edenlere sağlanan kolaylıklara rağmen bölgedeki Çinlilerin sayısında azalma olmuştu. Bunun üzerine Çin hükümeti bölgede, tıpkı İsrail'in Filistin topraklarında yaptığı gibi, Çinli yerleşim birimleri inşa etmeye başladı. Çin'in diğer bölgelerinde açlık ve fakirlikle mücadele eden Çinlilere göç etmeyi daha cazip hale getirebilmek için de çeşitli ekonomik yatırımlar planlandı. Böylece bölgeden geriye dönen göçün engellenmesi ve nüfus dengesinin Çin lehine çevrilmesi hedeflenmekteydi.
Görüldüğü gibi yapılan plan, İsrail tarzı bir sömürgeciliğin izlerini taşımaktadır. Anlaşılan İsrail, Çin'e sadece silah satarak ve istihbarat desteğinde bulunarak yardım etmekle kalmamakta, kendisinin yarım asırdır Filistinli Müslümanlara uyguladığı baskı ve şiddet yöntemlerini (başarıya ulaştığını düşündüğü için olsa gerek) Kızıl Çin'e de tavsiye etmektedir. Kızıl Çin de tıpkı İsrail gibi, kendisine ait olmayan bir toprağı işgal etmiştir ve tıpkı İsrail'in Filistin topraklarında tüm dünyaya rağmen sürekli yeni Yahudi yerleşim birimleri inşa etmesi gibi, kendi vatandaşlarını buraya yerleştirerek bu topraklardan Müslümanların izlerini tamamen silmeyi hedeflemektedir.
İngiliz Durham Üniversitesi'nde modern Çin tarihi dersleri veren, tarihçi Michael Dillon ise China Goes West: Laudable Development? Ethnic Provocation? (Çin Batıya Gidiyor: Takdir Edilecek Bir Gelişme mi? Etnik Provokasyon mu?) başlıklı makalesinde, Çin'in bu politikasının ardında gizlenen asıl amaçlara dikkat çekerek şu tespitlerine yer vermektedir:
Çin yüzyıllardır en fakir bölgesi olan batı bölgesi üzerinde oldukça azimkar bir teoriyi hayata geçirmek üzere. Projenin görünen yönü ekonomik bir proje olması, özellikle de fakirliğe çözüm üretmeye çalışması. Ancak Go West (Batıya Git) projesi, dramatik bir şekilde etnik dengelerde değişikliğe sebep olabilir ve bu yönüyle bölgede etnik çatışmaların tırmanmasına gebedir. (Micheal Dillon, China Go West: Laudable Development? Ethnic Provocation?, 6 Aralık 2000, www.cacaianalyst.org)
Dillon'un da dile getirdiği gibi bu proje bölgede etnik çatışmaları tırmandırmayı hedefleyen ve böylece Doğu Türkistan Müslümanlarına yönelik baskıcı politikayı meşru bir zemine oturtmaya çalışan bir modern sömürgecilik projesidir. Çin ekonomik kalkınma kılıfını kullanarak bir yandan da projesini Batı sermayesi ile finanse etmeye çalışmaktadır. Bu durum Dillon tarafından şöyle açıklanmaktadır:
Bu koşullar altında ekonomik kalkınma asla fakirliği ortadan kaldıracak etkisiz bir araç olarak kalmayacaktır. Bu, bilinçli olarak kullanılan siyasi bir araçtır ve Rusya, Moğolistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Afganistan, Hindistan ve Pakistan'la sınırı olan batı bölgesini dengeye sokmak için dizayn edilmiştir. Denge Çin hükümetinin siyasi ve askeri olarak her türlü bağımsızlık veya otonomi talebini baskı altında tutmasını zorunlu kılmaktadır. Bu durumda Çin bir kapana sıkışmıştır. Sürekli ayaklanmalar, çatışmalar olan bir bölgeye yabancı sermayeyi çekemeyeceği de açıktır... (Micheal Dillon, China Go West: Laudable Development? Ethnic Provocation?, 6 Aralık 2000, www.cacaianalyst.org)
Görüldüğü gibi ekonomik kalkınma sözü, Çin'in batı sermayesini bölgeye çekmek için kullandığı bir araçtır. Asıl amaç ise bölgeyi kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirebileceği bir sistemi tüm kurumlarıyla birlikte ayakta tutmaktır. Nitekim, önceki bölümde de üzerinde durduğumuz gibi, Çin çeşitli bahanelerle geçmişte de Batı sermayesini suistimal etmeyi başarmış ve aldığı finansmanı Doğu Türkistan Müslümanlarını daha çok baskı altına almak, insan haklarını en acımasız yöntemlerle ihlal etmek için kullanmıştır. Örneğin, benzer bir kalkınma planı daha önce Kaşgar'da uygulanmış ve Müslüman çiftçilerin zorla yerlerinden çıkarılıp, başka yerlerde tarım yapmaya zorlanması ile neticelenmiştir. Neticede Kızıl Çin'in Batı'nın gözünü boyayarak başlattığı her kalkınma girişimi Müslümanların daha çok eziyet görmesi, baskının ve şiddetin daha çok artması ve yurtlarını Çinlilere terk etmek zorunda kalmaları ile sonuçlanmıştır. Söz konusu İsrail patentli projenin hayata geçirilmesinin de Müslümanlar için yeni bir sıkıntı ve zorluk anlamına geleceği gayet açıktır.
Özerk Yönetim Aldatmacası
Bugün siyasi literatürde Doğu Türkistan, "Sincan Uygur Özerk Yönetim Bölgesi" olarak geçmektedir. Özerk yönetim, öncelikli olarak merkezi yönetimin talep ve emirlerini değil, bölge nüfusunun çoğunluğunu oluşturan halkın ihtiyaç ve taleplerini göz önünde bulunduran, kısmi bağımsızlığa sahip bir yönetim şekli olarak bilinir. Ne var ki, özerk yönetimin Doğu Türkistan'da uygulanan şekli ile siyasi literatürde yer alan söz konusu tarifi arasında pek bir benzerlik yoktur. Her ne kadar çeşitli yönetim kadrolarında Uygur Türkleri yer alıyor olsa da, bu kişilerin halkın istekleri ve ihtiyaçları doğrultusunda hareket etmeleri mümkün değildir, çünkü Uygurlar makam sahibi olabilmekte ama asla otorite sahibi olamamaktadır.
Doğu Türkistan halkının ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak hareket etmeye kalkan bir yönetici, kısa süre içerisinde görevinden alınarak cezalandırılmaktadır. Çinli bir yönetici ile Doğu Türkistanlı bir yönetici arasında çıkan herhangi bir anlaşmazlıkta ise, cezalandırılan taraf her zaman için Doğu Türkistanlılardır.
Özerk yönetimin idaresi, yetkiler, milliyetlerin eşitliği, azınlık hakları gibi yasalarla korunan haklar, yine bizzat bu yasaları hazırlayan Pekin yönetimince çiğnenmektedir. Tüm yetkiler Çinlilerin elindedir. Kukla olarak özerk yönetim organlarında görevlendirilen etnik unsurların siyasi, ekonomik ve askeri karar verme, denetleme yetkileri Çin Komünist Partisi kontrolü altındadır. Alman yazar Ulrich Schmid "Pekin's Campaign to Destroy Uigur Culture" (Pekin'in Uygur Kültürü'nü Yok Etme Kampanyası) adlı makalesinde bu durumu şöyle dile getirmektedir:
... Diğer bir deyişle Çin'in en kuzeybatısı olan bu topraklarda gücün gerçek yüzü, çizilen umut verici manzaradan çok daha farklı... Çin'de gerçek güç devletin organlarında değil, Komünist Parti'nin yönetici kadrolarının elinde olduğu için, asıl yöneticiler her zaman için Çinliler. (Götterdämmerung on the Silk Road, 9 Haziran 2001)
Der Spiegel dergisi ise Doğu Türkistan'la ilgili hazırladığı bir haberde, Doğu Türkistan'ın özerk yönetim değil bir Çin sömürgesi olduğunu ve Çinli yöneticilerin, Müslüman Türk halka karşı duyarsızlıklarını şöyle anlatır:
Çin'in Sincan'daki yönetimi her yönü ile tam bir sömürge düzeni. Çinliler on yıllardır bu ülkede yaşıyor olmalarına rağmen, hiçbiri yerli halkın resmi dilini konuşmuyor. Üzerinden geçimlerini kazandıkları bu ülke ile ilgilenmiyorlar. Yerli halkın geleneklerini göz ardı ediyorlar. Kısaca Çinli yetkililer yerli halktan nefret ediyorlar. (Der Spiegel, 16 Ağustos 1993)
Doğu Türkistan'ın bir özerk yönetim değil, sömürge ülkesi olduğunun bir diğer göstergesi de, bu yönetimin vatandaşlarının kendi toprakları içinde seyahat etme özgürlüğüne dahi sahip olmamalarıdır. Birleşmiş Milletler Irk Ayrımcılığının Kaldırılması Komitesi Sözleşmesi'nin 5. maddesine rağmen Çin Hükümeti, Doğu Türkistan'da seyahat hürriyetlerine kısıtlama getirmiştir. Doğu Türkistanlıların bir köyden başka bir köye, ilçeye, şehre göç etmeleri yasaktır ve izne tabidir. Bilhassa kırsal kesimden şehre göç kesinlikle yasaklanmıştır. Bu nedenledir ki, Doğu Türkistan nüfusunun yaklaşık %90'ını kırsal nüfus oluşturmaktadır. Doğu Türkistanlı vatandaşların yurt dışı seyahatlerine de kısıtlamalar getirilmiştir. Çoğu insanın, herhangi bir sabıkaları olmamasına rağmen yurt dışına çıkmaları, Çin içinde başka bölgelere seyahat etmeleri de yasaklanmıştır.
Bu baskı yöntemlerinin örneklerini daha da çoğaltmak mümkündür. Örneğin Doğu Türkistan Müslümanlarının, bütün dünya Müslümanları için kutsal olan hac ibadetini yerine getirmelerine de izin verilmemektedir. 1999 yılında 1.200 Uygurlu hacca gitmek amacıyla yurt dışına çıkmak üzereyken Çin polisi tarafından pasaportlarına el konulmuş, polise itiraz eden 122 yaşlı Uygurlu tutuklanmıştır. (Doğu Türkistan 1999 İnsan Hakları İhlalleri Raporu, www.doguturkistan.net/ih/rapor99.html)
Doğu Türkistan'a Ekonomik Baskı
Doğu Türkistan, tüm yer altı zenginliklerine ve bereketli topraklarına rağmen, şu anda Çin'in en fakir bölgelerinden biridir. Bu çelişki, Çin ekonomisinin temel hammadde sağlayıcısının Doğu Türkistan olduğu göz önünde bulundurulduğunda biraz daha anlaşılır bir hal almaktadır. Doğu Türkistan'ın uranyum, doğal gaz, petrol, altın gibi madenleri Çin'e transfer edilmekte ve bu doğal kaynakların kullanımı her yönüyle merkezi yönetimin denetimi altında tutulmaktadır. Bu kaynakların gerçek sahibi olan Doğu Türkistan Müslümanlarının ise "ne kadar üretim yapıldığı, kar paylarının ne olduğu" gibi konularda bilgi edinmeleri dahi mümkün değildir.
Doğu Türkistan'ın doğal kaynaklarının Çin için ne kadar hayati bir değer taşıdığını görmek için istatistiksel rakamlara kısaca göz atmak yeterlidir. Örneğin 1989 yılının ilk çeyreğinde Doğu Türkistan, Çin'e 7.68 milyon varil ham petrol, 906 ton kömür, 444 ton da işlenmemiş tuz göndermiştir. (Foreign Broadcast Information Service, 20 Nisan 1989) 1993 yılında ise Doğu Türkistan'da 10.4 milyon varil ham petrol çıkarılmış, ancak karın tamamı Çin hükümetine gitmiştir. (The Wall Street Journal, op.cit. 1994,) Çin, kendi ekonomisi ve vatandaşları için Doğu Türkistan'ın kaynaklarını sömürmekte, Müslüman Türk halkını ise fakirliğe ve açlığa mahkum etmektedir.
Ekonomik baskı, Çin'in Doğu Türkistan'da uyguladığı soykırımın çok önemli bir parçasıdır. Bugün Doğu Türkistan halkının büyük kısmı fakirlik içerisinde yaşamakta, %80'inden fazlası da açlık sınırının altında hayatlarını devam ettirmeye çalışmaktadır. (Der Spiegel, No 33, 1993) Bununla birlikte eğitim alanında sistemli olarak uygulanan ayrımcı politikalar nedeniyle Müslüman Türkler, kendilerini yetiştirip daha iyi iş imkanları bulmaktan mahrum edilmektedir.
Doğu Türkistan'da iş sahalarının hemen hepsinin Çinlilerin elinde bulunması nedeniyle, Müslüman halk işsizlik sorunuyla mücadele etmektedir. Buna rağmen hükümet bu bölgelerde çalışmak üzere Çin'in batısından sürekli Çinli transferi yapmaktadır. Bu şekilde, bir yandan bölgedeki nüfus dengesi Çin lehine bozulmaya çalışılırken, bir yandan da Doğu Türkistan ekonomisi denetim altında tutulmaktadır. Bu konudaki rakamlar da, Çin'in baskıcı politikasını göstermesi açısından son derece dikkat çekicidir: Urumçi'deki endüstriyel işçilerin sadece 200 bini Uygur Türk'ü, geri kalanı ise Çinlidir. Urumçi yakınında bulunan büyük bir tekstil fabrikasında çalışanların sadece %10'u Türk'tür. Kaşgar yakınlarında bulunan ve 12 bin kişi çalıştıran bir fabrikada Uygurlu işçi sayısı sadece 800'dür. Urumçi yakınındaki bir başka fabrikada 2.100 işçi çalışmaktadır, ancak bunların sadece 13 tanesi Türk'tür. 1986'da Poskam'da yeni bir petrol rafineri tesisi kurulmuştur, burada çalışan 2.200 kişinin hepsi Çinli'dir. (Der Spiegel, 7 Kasım 1993)
Aynı şekilde 1989'dan itibaren, özellikle Tarım Ovası'nda petrol aramak için gelen yeni şirketlerin sayısı hızla artmış, ne var ki bu bölgede çalışan 20 bin işçinin neredeyse hepsi Çinli nüfus arasından seçilmiştir. (The Wall Street Journal, 21 Ekim 1994) Doğu Türkistan halkına karşı uygulanan bu ayrımcı politika o derece ileri gitmiştir ki, bölgenin tarihi, kültürü ve medeniyeti hakkında hiçbir bilgisi olmayan Çinliler turist rehberliği görevini üstlenmeye başlamıştır. Üstelik bu şekilde bölgeye gelen yabancılara bilgi akışı da Çin denetimi altında gerçekleştirilmekte, bir anlamda Doğu Türkistan Müslümanlarının seslerini dünyaya duyurmaları engellenmektedir.
Öte yandan geçimini tarımdan sağlayan Müslüman halk, Kızıl Çin'in yeni kanunları nedeniyle daha fazla vergi ödemek zorunda bırakılmaktadır. Bazı bölgelerde çiftçiler ürünlerini yarı fiyatına devlete satmaya mecbur bırakılmakta, Çinli çiftçilerin ürünleri ise daha yüksek fiyattan alınmaktadır. Bazı Müslüman çiftçilere toprakları zorla sattırılmakta ve onlar da Doğu Türkistan'ın işsizler ve fakirler ordusuna katılmaya mahkum edilmektedir. Tüm bunların yanı sıra sadece Doğu Türkistan Müslümanlarına mahsus "haşer" olarak adlandırılan ücretsiz mecburi hizmet, zaten fakir olan çiftçileri daha da zorlamaktadır. Bu adaletsiz sisteme göre Doğu Türkistanlı her Müslüman Türk, yılın bir veya bir buçuk ayını Komünist Parti'nin kendisine vermiş olduğu mecburi bir işi, ücret almadan yerine getirmek zorundadır. Ama Çinliler, kanunda belirtilen müddete aykırı olarak, başta çiftçiler olmak üzere halkı yılda 5-6 ay arasında ücret ödemeden mecburi işlerde çalıştırmaktadırlar. Zamanlarının çoğunu kendi memleketlerinde bir esir gibi çalışmakla geçiren Türk çiftçiler, varlık içinde yokluk yaşamaktadırlar. (Yeni Forum, 16-30 Nisan 1988)