
Mussolini 1883 yılında küçük bir köyde dünyaya geldi. Babası, ateşli bir Marksist'ti. Bu ideolojisini oğluna da aktarmıştı, Oxford Üniversitesi tarihçisi Dennis Mack Smith'in, Mussolini başlıklı kitabında yazdığına göre, "önemli aile toplantılarında Mussolini'nin babası çocuklarına Marx'ın Das Kapital'inden bölümler okurdu." (Dennis Mack Smith, Mussolini , Paladin Grafton Books, London, 1987, s. 2 ) Babasından komünist eğitim alan genç Mussolini, okul çevresinde de geçimsiz, kavgacı, sert ve ukala bir çocuk olarak tanınıyordu. Hemen hiç arkadaşı yoktu.
Mussolini, 20'li yaşlarına geldiğinde fanatik bir komünist olarak ortaya çıktı. Komünizmi, hatta komünizmden daha da radikal ve fanatik bir devrimci ideoloji olan anarşizmi savunuyordu. Dennis Mack Smith şöyle yazıyor:
1903 yılında kendisini "otoriter komünist" olarak tanımlıyordu. Babasından, reformcu sosyalizme veya demokratik ve parlementer yöntemlere itibar etmemeyi öğrenmişti, bunların yerine yönetici sınıfı alaşağı edecek bir devrimi savunuyordu. Parlamento lağv edilmeli, sınıf çatışmasının yerini sınıf dayanışması almalı, özel mülkiyet tamamen kaldırılmalıydı. Sosyalistler hiçbir zaman burjuvazi hükümetleriyle işbirliği yapmamalı, hiçbir zaman maaşlarını artırmak için grev yapmamalı, bunun yerine tam bir sosyal devrim gerçekleştirmek için terörizm ve kitle şiddeti yöntemleri kullanmak için hazırlanmalıydılar. (Dennis Mack Smith, Mussolini, s. 8 )
Görüldüğü gibi Mussolini genç yaşlarında son derece fanatik bir komünistti. Savunduğu "şiddet ve terör yoluyla devrim" modeli, bu modeli Rusya'da gerçekleştirecek olan Lenin'in terörist yöntemlerine çok benziyordu. Nitekim o yıllarda Mussolini Lenin'le ilişki kurmuştu: Sonradan kendisinin anlattığına göre, o dönemde İsviçre'de bulunan Lenin'le görüşmüş ve hatta onun beğenisini kazanmıştı. (Dennis Mack Smith, Mussolini, s. 8 ) Mussolini Marksizm'e olan bağlılığını "Marx sosyalizmin en büyük teorisyenidir" diyerek vurguluyor ve yazılarında sık sık Marx'tan alıntılar yapıyordu. (Dennis Mack Smith, Mussolini, s. 8 )
Komünist Mussolini'nin en belirgin özelliklerinden biri de, dine karşı fanatik bir nefret duymasıydı. Dennis Mack Smith, bu konuda şunları yazıyor:
Babasından, katıksız bir kilise-düşmanlığı öğrenmişti. Kendisinin bir ateist olduğunu açıkça söylüyordu... Dinin bireysel bir vicdan meselesi olduğunu söyleyen sosyalistlere çok kızıyordu... (Mussolini'ye göre) Hıristiyanlık tevazu ve geri çekilme gibi anlamsız erdemleri yayarak zarar vermişti, yeni sosyalist ahlak ise şiddeti ve devrimi kutlamalıydı. (Dennis Mack Smith, Mussolini, s. 9 )
Yukarıdaki alıntıda açıkça görüldüğü gibi Mussolini, konuşmaları sırasında Yüce Rabbimiz Allah'a karşı açıkça iftirada bulunan sözleriyle, Allah'a olan inançsızlığını ve dine olan nefretini sergilemiştir. (Allah'ı tenzih ederiz).
Mussolini'nin bu sapkın yorumları, tarih boyunca yaşamış olan inkarcıların akılsız çıkarım ve yorumları ile birebir benzerlik göstermektedir. Unutmamak gerekir ki, Allah'ın varlığı ve birliğini inkar edenlerin, bu apaçık gerçeği görmezden gelenlerin, din ahlakına karşı duydukları öfke, kendilerine büyük bir acı olarak dönmektedir.
Konunun dikkat çekici bir yönü ise, Mussolini'nin söz konusu din düşmanlığını, iktidara geldikten sonra gizlemiş olmasıdır. Mussolini, biraz sonra inceleyeceğimiz gibi, iktidarı boyunca kilisenin desteğini alma ihtiyacı hissetmiş, bu amaçla da kimi zaman kendisini dindar gibi göstermiştir.
Dahası Mussolini henüz daha fanatik bir komünist olduğu yıllarda bile kimi zaman kendisini dindar gibi göstermeye çalışmıştır. Ülkesinde din aleyhinde fanatik yazılar yazıp konuşmalar yaparken, İngiliz-Amerikan kaynakları için hazırladığı bir yazıda ne kadar derin ve sağlam bir inanca sahip olduğuna dair bir hikaye uydurmuştur. (Dennis Mack Smith, Mussolini, s.11 )
Mussolini'nin din düşmanlığı ve komünist militanlığı 1910'lu yılların sonlarına kadar devam etti. 1908 yılında La Lima adlı komünist bir dergide takma isimle yazılar kaleme aldı. İlginç olan, Mussolini'nin yazılarının yer aldığı La Lima dergisinin tüm sayılarının, Mussolini'nin iktidara gelmesinden sonra tüm kütüphanelerden toplatılıp imha edilecek olmasıydı. (Dennis Mack Smith, Mussolini, s.12 ) Çünkü Mussolini iktidara geldikten sonra dini, siyaseti için kullanmaya karar verecek ve gerçek yüzünü, yani din düşmanı kimliğini gizleyecekti.
Mussolini'nin Fikir Babaları : Nietzsche Ve Darwin
Mussolini'nin komünizme olan bağlılığı, aslında şiddete olan eğiliminden ve kişisel psikolojik sorunlarından kaynaklanıyordu. Dennis Mack Smith, Mussolini'nin iç dünyasını şöyle anlatır:
Marx'a olan sürekli bağlılığının yanında, aslında kendi sosyalizminin pek tutarlı bir doktrini yoktu. Kimi zaman kendisini bir sendikalist (sendika yanlısı sosyalist) olarak tanımlıyordu, ama özel konuşmalarında tüm diğer sosyalistler hakkında çok kabaca konuşuyordu ve bazı durumlarda da hepsinin ötesinde bir tür anarşist gibi görünüyordu. (Dennis Mack Smith, Mussolini, s.13 )
Mussolini'nin hayatını inceleyen bir diğer tarihçi, Angelica Balabanoff ise şöyle yazmaktadır: "Görüşleri, belirli bir anlayış ve kavrayıştan ziyade, kendi isyankar egoizminin bir yansımasıydı... daha çok kendi istikrarsız ve huzursuz ruh halinden ve tatminsizliğinden, kendi egosunu tatmin etme tutkusundan ve kişisel intikam kararlılığından kaynaklanıyordu."
Aslında Mussolini'nin tek elle tutulur dünya görüşü, "çatışma" ve "savaş" kavramlarına olan inancıydı. Bunları da faşizmin ideolojik kuramcılarından öğrenmişti: Yani Friedrich Nietzsche'den ve onun da fikri temelini oluşturan Charles Darwin'den...
Mussolini'nin bu iki isme olan hayranlığına dair pek çok kanıt vardır. Nietzsche'ye olan bağlılığını, "Nietzsche beni ruhsal bir erotizmle dolduruyor" diyerek kendisi açıkça ifade etmiştir. Dennis Mack Smith, Mussolini adlı kitabında bu konuda şunları yazar:
Nietzsche'de, tevazu, fedakarlık, yardımseverlik ve iyilik gibi Hıristiyan değerlerine karşı giriştiği savaşa dair bir gerekçe buluyordu. Yine Nietzsche'den, "tehlikeli yaşam", "güç isteği" gibi ünlü kavramlarını devralmıştı. Burada yine, Tanrı'ya ve kitlelere karşı gelen büyük egoist kavramını, Nietzsche'nin "üstün insan" fikrini görüyoruz. (Dennis Mack Smith, Mussolini, s.15 )
Mussolini'nin Darwinizm'e olan ideolojik bağlılığı ise, bir dönem editörlüğünü yaptığı La Lotta di Classe (Sınıf Çatışması) adlı haftalık komünist dergide sergileniyordu. La Lotta di Classe'nin ilk sayısının kapağında Marx ve Darwin'in büyük birer resmi yer alıyordu. Giriş yazısını kaleme alan Mussolini, bu iki materyalist ideologtan, "geçmiş yüzyılın en büyük iki düşünürü" diye söz etmiş, Darwin'in teorisine büyük övgüler düzmüştü. (Dennis Mack Smith, Mussolini, s.18 ) Mussolini, La Lotta di Classe dergisinde Darwinist, komünist ve din aleyhtarı pek çok yazı yazdı, ancak 1922 yılından sonra, yani Mussolini iktidara geldiğinde, bu derginin de nüshaları kütüphanelerden aniden kayboldu.(Dennis Mack Smith, Mussolini, s.17 )
Mussolini'nin Sahte Dindarlığı
Mussolini 1910'lu yılların sonunda ani bir değişim geçirdi ve eskiden beridir radikal bir komünist iken, bir anda "faşizm" olarak isimlendirilen idelojinin önderi olarak sahneye çıktı. Roma İmparatorluğu'nun pagan kültürünü temsil eden "balta" sembolünden yola çıkılarak ortaya atılan "faşizmi" Mussolini bulmamış, o dönemde İtalya'da çoğalan ırkçı ideologlardan devralmıştı. Ancak kendi icadı olmayan bu ideolojiyi kısa sürede sahiplendi ve siyasi bir harekete dönüştürdü. Aynı Hitler gibi çevresine işsiz güçsüz sokak serserilerini, maceracıları, şiddet yanlısı cahil kitleleri topladı. Bunları "Kara Gömlekliler" adlı yarı askeri bir örgüt şeklinde örgütledi ve siyasi rakiplerine karşı bir terör mekanizması olarak kullandı. Bu yöntemlerle de bir kaç yıl içinde iktidara yürüdü. 1922 yılında İtalya'nın Başbakanı'ydı. Kısa süre sonra ise "Duçe", yani "lider" olarak anılmaya başlayacak ve tam bir diktatör olacaktı.
Mussolini faşizmin lideri olarak ortaya çıkarken, dine olan düşmanlığını da bir anda gizlemeye, dahası sözde son derece dindar bir Katolik gibi görünmeye karar vermişti. Özellikle iktidarının ilk yıllarında bu imajı oluşturmak için çaba harcadı. Eski din düşmanı yazılarının yer aldığı dergileri toplattırıp imha ederken, bir yandan da kendisini dindar gibi gösterecek uygulamalar gerçekleştirdi. Örneğin, yarım yüzyıllık bir aradan sonra din derslerini zorunlu hale getirdi, okullara haç sembolleri asılmasını kararlaştırdı.
( Çağdaş Liderler Ansiklopedisi , Cilt 4 , s. 1467) Nutuklarında her defasında dindar, muhafazakar, milli örf ve ananelerine bağlı bir insan portresi çizmeye çaba harcadı. "Mussolini'nin yeni geliştirdiği sapkın görüşe göre din", devletin güçlenmesine yardımcı olmak borcunda olan bir kurumdu." (Ali Bulaç, Çağdaş Kavramlar ve Düzenler , s. 151 )
Mussolini'nin bu ikiyüzlü dindarlığı etkili olmuş olacak ki kısa sürede kilisenin de desteğini kazandı. Çağdaş Liderler Ansiklopedisi'nde Mussolini'nin "kilisenin kalbinde yaptığı fetih" şöyle anlatılır:
... Faşistlerin Kilise'nin desteğini alması Şubat 1922'de eski Milano Kardinali'nin Papa seçilmesiyle başlar. Pius XI'a göre İtalya'yı anarşiden kurtaracak insan Mussolini'dir. Faşizm yanlısı Papa ile bir zamanlar "Gerçek Dinsiz" imzalı yazılarla Kilise'ye savaş açmış Mussolini arasındaki ilişkiler her zaman işbirliğine yönelik oldu. Vatikan gazetesi Osservatore Romano 1923 Şubat'ında şunları yazar; "Mussolini, bütün İtalya'da vatanın talihini düzelten insan olarak alkışlanmıştır. Bu dini geleneklerin ve ulusun uygarlığının zaferidir." Kardinal Vicaire ise aynı yıl vatandaşları, faşistleri desteklemeye çağırır. Vatikan, Katoliklerin partisi Partito Popolera'nın faşizme karşı tavrını tasvip etmez ve Don Sturza'nın, partisinin önderliğinden ayrılmasını sağlar. Buna karşılık Mussolini de Kilise'ye olan saygısını her fırsatta gösterir, on iki yıl önce evlendiği karısıyla dini nikah yaptırır, çocuklarını vaftiz ettirir... Şubat 1929'da kral adına Mussolini'nin kilise adına da Kardinal Gaspari'nin imzaladıkları "Patti Laterono" ile Kilise'nin 1870'de alınan hakları geri verilir. Anlaşmayla Kilise'ye mutlak bir inanç ve ibadet özgürlüğü, Katolikliğin resmi devlet dini sayılması, Vatikan'ın resmen tanınması ve ayrıcalıklar verilmesi, Papa'nın devlet başkanı kabul edilmesi, papalığa tazminat ödenmesi, dini nikahın kabulü, ilkokullarda din derslerinin okutulması gibi haklar verilir. Papa da bunlara karşılık Mussolini'ye 1932'de "Altın Mahmuz" nişanı verir ve onu "eşsiz bir başbakan" olarak nitelendirir. (Çağdaş Liderler Ansiklopedisi , Cilt 4, s.1469 )
Ancak Mussolini tüm bu tiyatroya rağmen gerçekte dinsizliğini sürdürüyordu. İtalyan toplumunu bir kez arkasına alıp kışkırttıktan sonra, din ahlakını ortadan kaldırmaya yönelik gerçek politikası kendini göstermeye başladı. 1930'lu yıllarda dini kavramlar yavaş yavaş ortadan kaldırılırken, yerine Mussolini'yi adeta kutsal bir kişi gibi gören pagan bir kültür yerleşmeye başladı. Mussolini'nin tek inancı, kendi egoizmiydi ve bunu aşama aşama İtalyanlara kabul ettirmeye çalıştı.
O dönemde kullanılan aşağıdaki slogan, İtalya'ya empoze edilen "Mussolini putu"nun bir ifadesiydi:
"Tanrıyı sevmekten bir an bile geri kalma. Ama unutma ki, İtalya'nın Tanrısı Duçe'dir." (Çağdaş Liderler Ansiklopedisi, cilt 4, s.1474 ) (Yüce Allah'ı tenzih ederiz.)
Mussolinin kendisini bu şekilde insans üstü bir varlık ilan etmesi, elbette büyük bir sapkınlıktır. Tarih boyunca kendisini diğer tüm insanlardan üstün gören ve tıpkı Mussolini gibi sözde ilahlaştıran (Allah'ı tenzih ederiz) pek çok inkarcı lider ve yönetici yaşamıştır. Ancak hepsi bu büyüklenmelerinin ve sapkınlıklarının karşılığını almışlardır. Mussolini bir yandan da dini kavramların içini boşaltıp bunları kendi pagan dinine göre yeniden yorumlamaya kalkıyordu. Yayınladığı emir ve bildirilere "On Emir" ismini vermesi, kibir ve küstahlığının boyutunu gösteriyordu.
Ancak Mussolini'nin kibiri uzun süremedi. II. Dünya Savaşı'na Almanya'nın yanında girdi, ancak Almanlar'dan çok daha önce yenilgiye uğrayarak çöküşe geçti. 1943 yılında kendi vatandaşları tarafından tutuklandı ve hapsedildi. Hitler'in desteğiyle kurtuldu ve İtalya'nın kuzeyindeki güçleriyle muhaliflerine karşı bir süre daha direndi. Savaşın sonunda Alman üniforması giyerek sınırı geçmeye çalışırken bir kez daha yakalandı ve yanındaki metresi ile birlikte kurşuna dizildi. Cesedi Milano'daki bir meydanda ayağından asıldı. Bu, kendisini sözde "kutsal insan" sanan bir psikopat için oldukça ibretlik bir sondu.