Darwin'in Türlerin Kökeni kitabının yayınlanmasından sonra, bazı hevesli Darwinistler, insanın sözde evrimindeki "kayıp halkaları" aramaya başladılar. Irkçı evrimciler, Avustralyalı Aborijin yerlilerinin insanın evrimindeki ilkel aşamalardan biri olduklarına inanıyorlardı. Kendilerince bu yanılgılarını kanıtlamak için, Aborijinlerin cesetleri mezarlarından kaçırılmaya, Amerika ve Avrupa'daki müzelere satılmaya başlandı. 1991 yılında Avustralya'da yayınlanan haftalık The Bulletin'da David Monaghan imzası ile şok edici bilgiler yayınlandı. (David Monaghan, 'The Body-snatchers', The Bulletin, November 12. 1991, s. 30-38 ) David Monaghan, 'The Body-snatchers', The Bulletin, November 12. 1991, s. 30-38 Monaghan 18 ay bu konu üzerinde çalışmış, Londra'da araştırmalar yapmış ve 8 Ekim 1990 tarihinde İngiltere'de yayınlanan "Darwin's Body-Snatchers" (Darwin'in Mezar Hırsızları) isimli bir belgesel hazırlamıştı. Gazeteci Monaghan'ın, The Bulletin'da yayınlanan yazısında verilen bilgilerden bazıları şöyleydi:
• İngiliz ve Amerikalı evrimciler, sözde "aşağı insan" örnekleri toplama işini oldukça genişletmişlerdi. Washington'daki Smithsonian Enstitüsü'nde farklı ırklardan 15.000 insana ait kalıntı vardı.
(Elbette topladıkları bu örnekler, hiçbir şekilde onların iddia ettikleri gibi aşağı ırktan insanlar değildi. Bunlar, farklı fizyolojik yapılara sahip farklı etnik köken ve ırka ait olan insanlardı.)
• Müze müdürlerinin yanı sıra, İngiliz biliminin önde gelen isimleri de bu mezar hırsızlığı ticaretine karışmışlardı. (David Monaghan, 'The Body-snatchers', The Bulletin, November 12. 1991, s.33 ) Anatomist Richard Owen, antropolog Sir Arthur Keith ve Darwin'in kendisi bu kişilerin arasındaydı. Darwin, bir mektubunda, eğer bu isteği onları kızdırmazsa, dört tam kan Tazmanyalı Aborijin'in kafatasını istediğini söylüyordu. Müzeler sadece iskeletlerle değil, derilerle de ilgileniyorlardı. Bunları sergilenecek ilginç malzemeler olarak görüyorlardı.
• Tuzlanmış Aborijin beyinlerine de büyük bir rağbet vardı, bu beyinleri kendilerince Aborijinlerin aşağı ırk olduklarını kanıtlamak için istiyorlardı.
• Aborijinlere ait kafataslarının, bu insanlar öldürülerek elde edildiğine dair hiçbir şüphe bulunmamaktadır.
• 1874 yılından itibaren 20 yıl boyunca Sidney'deki Avustralya Müzesi'nde müdürlük yapan Edward Ramsay, yayınladığı müze kitapçığında Aborijinlerden "Avustralya hayvanları" olarak söz ediyordu. Kitapçıkta mezarlardan nasıl Aborijinlere ait cesetlerin çalınacağını anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda yeni öldürülen Aborijinlerin kafataslarındaki kurşunların nasıl çıkarılacağını anlatıyordu. Birçok kafatası koleksiyoncusu onun tavsiyelerine göre çalıştı. Bungee Siyahlarının kafataslarını istedikten dört hafta sonra, genç bir bilim öğrencisi ona iki kafatası yolladı ve bu kafataslarının kabilelerinin son iki üyesi olduğunu ve yeni vurulduklarını söyledi. (David Monaghan, 'The Body-snatchers', The Bulletin, November 12. 1991, s.34.)
• Alman evrimci Amalie Dietrich Avustralya'ya geldiğinde benzin istasyonu sahiplerine Aborijinleri vurmalarını tavsiye etti ve vurdukları Aborijinleri müzesi için almak istediğini söyledi. (David Monaghan, 'The Body-snatchers', The Bulletin, November 12. 1991, s.33)
Aborijinlere uygulanan katliamları ve kötü muameleyi belgeyen bir başka çalışma ise, Avustralya Çevre ve Kültür Mirası Bakanı Sharman Stone tarafından yazılan Aborigines in White Australia: A Documentary History of the Attitudes Affecting Official Policy and the Australian Aborigine 1697–1973 (Avustralyalı Aborijinlere Yönelik Resmi Politikayı Etkileyen Yaklaşımların Dokümanter Tarihi, 1697-1973) adlı kitaptır. Yazarın birkaç yorumu dışında kitap parlamento tutanakları, mahkeme kayıtları, editörlere gelen mektuplar, antropolojik raporlar gibi belgelerden oluşmaktadır.
Sharman Stone, kitapta, Darwin'in teorisi ile Aborijinlerin katledilmesi arasında şöyle bir bağlantı kurmaktadır:
1859'da, Charles Darwin'in kitabı Türlerin Kökeni ile birlikte biyolojik (ve dolayısıyla sosyal) evrim halkın anlayabileceği şekilde anlatılmaya başladı. Eğitimli kişiler kendi aralarında medeniyetin tek doğrusal süreç olduğunu ve ırkların bu doğrunun üzerinde aşağı ya da yukarı hareket ettiğini tartışmaya başladılar. Avrupalı adam "hayatta kalmaya en uygundu... (Aborijinler ise,) doğa kanunu gereği dinozorlar ve dodo kuşu gibi eninde sonunda yok olacaklardı. Ellerindeki olaylarla destekledikleri bu teori, siyah ırkın çoğaldığının fark edildiği yirminci yüzyılın belli bir bölümüne kadar kabul görmeye ve anılmaya devam etti. Bu zamana kadar, ihmal ve cinayeti haklı göstermek için kullanılabiliyordu. (Sharman Stone, Aborigines in White Australia: A Documentary History of the Attitudes Affecting Official Policy and the Australian Aborigine 1697–1973, Heinemann Educational Books, Melbourne, 1974 )
Yazarın da belirttiği gibi, bazı Avrupalı Darwinistler, Aborijinlerin sürekli ölmesini, bu ırkın "doğa kanunlarının bir gereği olarak" yok olmaya mahkum olduğunun delili olarak gösteriyorlardı. Ancak, 20. yüzyılda bu sözde delillerinin geçersiz olduğu anlaşıldı. Çünkü Aborijinlerin ölme nedenleri doğa kanunları değil, gördükleri kötü muamele idi. Ayrıca, siyah derili insanların sayısının oldukça hızla arttığının görülmesi ile, Darwinistlerin bu iddialarının da doğru olmadığı anlaşıldı.
1861 yılında, Yüksek Heyet'in yaptığı bir soruşturmada bir polis memurunun verdiği cevaplar, Aborijinlere kötü muamelenin Darwinist ve ırkçı temellerini ve o dönemde bunun son derece doğal karşılandığını görmek açısından önemlidir. Bu görevli şöyle demektedir:
Eğer biz siyahları cezalandırmazsak, onlar bunu bir zayıflık göstergesi olarak görürler... Bu hangi ırkın en güçlü olduğu ile ilgili bir konu –eğer onlara boyun eğersek bunun için bizi küçük görebilirler. (Sharman Stone, Aborigines in White Australia: A Documentary History of the Attitudes Affecting Official Policy and the Australian Aborigine 1697–1973, Heinemann Educational Books, Melbourne, 1974, s. 83)
Stone'un aktardığına göre, 1880 yılında yayınlanan bir gazete haberinde de şöyle deniyordu:
Yapabileceğimiz hiçbir şey, bu dünyadaki gelişimimizi yöneten gizemli ve değişmez kanunları değiştirmeyecektir. Bu kanunlar sayesinde Avustralya'nın yerli ırkı, beyaz adamın oraya varışı ile birlikte ölüme mahkum olmuştur. Bize düşen ve yapmamız gereken tek şey ise bunların oluşmasına olabilecek en az vahşeti kullanarak yardımcı olmaktır. Siyahları korku ile yönetmeliyiz... (Sharman Stone, Aborigines in White Australia: A Documentary History of the Attitudes Affecting Official Policy and the Australian Aborigine 1697–1973, Heinemann Educational Books, Melbourne, 1974, s.96)
Bu satırlar, sosyal Darwinist bakış açısının temelinde yer alan acımasızlığı bir kez daha gözler önüne sermektedir. Yalnızca derilerinin renkleri farklı olduğu ve birtakım farklı fizyolojik özelliklere sahip oldukları için bu insanları, kendilerince bir tür hayvan olarak görmeleri ve bu insanlara hayvanlara dahi layık görülmeyecek bir muamelede bulunmaları sosyal Darwinistlerin zalimliğinin delillerinden yalnızca biridir. Yine 1880 yılında bir gazeteye yazılan mektupta, sosyal Darwinistlerin Aborijinlere yaptığı zulüm şöyle anlatılıyordu:
Açıkça söylemek gerekirse, bu bizim Aborijinlerle nasıl mücadele ettiğimizi gösteriyor: Aborijin yerlilerinin oturdukları yeni bölgeleri işgal ettikten sonra, onlara o bölgede rastlanabilecek vahşi hayvanlar ya da kuşlar gibi davrandık. Yaşamları ve malları, ağları ve kanoları, Avrupalılar tarafından, tamamen kendi istekleri doğrultusunda kullanılmak üzere ellerinden alındı. Yiyecekleri alındı, çocukları zorla çalındı, kadınları tamamen beyaz adamların kaprisi nedeniyle götürüldü. En küçük bir direnişe silahlarla karşılık verildi... Eğlenmek isteyenler, yerli siyahları hiçbir engellemeye maruz kalmaksızın öldürdüler, onlara tecavüz ettiler ve onları soydular. Bunlar kontrolden çıkmıştı ve sömürge yönetimi işledikleri suçların sonuçlarından onları kurtarmak için her zaman yanı başlarındaydı. (Sharman Stone, Aborigines in White Australia: A Documentary History of the Attitudes Affecting Official Policy and the Australian Aborigine 1697–1973, Heinemann Educational Books, Melbourne, 1974, s.93)
Burada anlatılanlar, Darwinist ırkçılığın karanlık ve acımasız yüzünün sadece çok küçük bir parçasıdır. Ancak dinsizliğin kabusunu, Darwinizm'in insanlığa getirdiği felaketleri görmek açısından oldukça yeterlidir.