26 Mart 2010 Cuma

Soykırımın Sömürülmesi ve Ateist Siyonizm'e Karşı Olan Yahudiler


Bugün pek çok dindar Yahudi, Nazi kamplarında gerçekleştirilen soykırımın, siyasi ve ekonomik bir propaganda aracı haline geldiğini ve konunun"sömürüldüğünü" ifade ediyor.

Naziler, 1933 yılında iktidara geldikten sonra, Alman toplumu içinde kendilerince "zararlı" gördükleri insanları önce tecrit etmek sonra da ortadan kaldırmak için acımasız bir politika uygulamaya koymuşlardır. Nazilerin şiddet dolu politikasının ilk hedefi, Alman toplumu içindeki özürlü ve genetik hastalıklara sahip insanlardır. Önce belirli "sterilizasyon merkezleri"nde toplanan ve kısırlaştırılan bu hastalar, daha sonra Hitler'den gelen gizli bir emirle öldürülmeye başlanmıştır.

Nazilerin ikinci hedefi, rejim muhalifleri olarak değerlendirilen aydın gruptur. Fikirlerinden veya inançlarından dolayı tutuklanan pek çok insan, Münih yakınlarında kurulan Dachau çalışma kampında ağır şartlarda ölesiye çalıştırılmıştır.

Nazilerin zulmüne maruz kalan bir diğer grup ise ülkedeki Yahudilerdir. Hitler ve Rosenberg gibi Nazi ideologları tarafından "dünyadaki tüm kötülüklerin kaynağı" ve "Alman kanını bozan parazitler" olarak gösterilmek istenen Yahudi halkı üzerinde, giderek ağırlaşan bir baskı uygulanmıştır. Yahudi dükkanları boykot edilmiş, Alman halkı Yahudilere karşı kin ve düşmanlık beslemeye yöneltilmiş, Yahudiler üzerine yasal kısıtlamalar konmuştur. 1938 yılında, 9 Kasım'ı 10 Kasım'a bağlayan gecede düzenlenen ve binlerce Yahudi iş yerinin, ev ve sinagogunun parçalanmasıyla sonuçlanan "Kristal Gecesi" (Kristallnacht), Nazilerin Yahudilere zulmünün önemli bir dönüm noktasıdır. (Geceye "Kristal Gecesi" denmesinin nedeni, yağmalanan işyeri ve evlerin kırılan camlarının oluşturduğu görüntüdür.) (Harun Yahya, Darwinizm'in Kanlı İdeolojisi: Faşizm)

Toplama Kamplarındaki Zulüm

Kristal Gecesi'nin ardından, önce Almanya ve Avusturya'daki, sonra da -II. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla birlikte- Alman işgali altındaki ülkelerdeki Yahudiler aşamalı olarak toplama kamplarına sürülmüşlerdir. Ancak yalnızca Yahudiler değil, Çingeneler, Slavlar, Rus savaş esirleri gibi farklı etnik ve dini kimliğe sahip insanlar Auschwitz, Majdanek, Sobibor, Treblinka, Belzec, Chelmno gibi, çoğu Polonya'da yer alan kamplarda toplanmış ve çok kötü şartlarda Alman savaş endüstrisinde işçi olarak kullanılmışlardır. Bu kamplarda açlık, salgın hastalıklar ve sadist Nazi subaylarının sistemli cinayetleri sonucunda, yüz binlerce masum insan yaşamını yitirmiştir.

Soykırımın Sömürülmesine Karşı Çıkan Yahudiler

Soykırımın sömürüldüğü gerçeği, son yıllarda bizzat Yahudiler tarafından da ifade edilmektedir. Fransa'daki "Ecole Pratique des Hautes Etudes" adlı eğitim kurumundaki Çağdaş Yahudi Tarihi kürsüsünün başkanı Esther Benbassa, 1 Eylül 2000 tarihli Liberation gazetesinde yayınlanan yazısında, "Yahudi soykırımının bir din haline getirildiğini" belirtmiş ve şöyle yazmıştır: "Kendini kurban konumuna koyma, her Yahudiyi eleştiriye karşı güvence altına alıyor ve böylelikle İsrail'i de eleştirilere karşı güvence altına alıyor."

Yahudi soykırımı kavramının siyasi -ve ekonomik- bir propaganda aracı haline geldiği gerçeğini vurgulayan önemli bir çalışma, New York Üniversitesi'nden Yahudi asıllı tarihçi Norman G. Finkelstein'in The Holocaust Industry: Reflections on the Explotation of Jewish Suffering (Soykırım Endüstrisi: Yahudilerin Acılarının Sömürülmesi Üzerine Düşünceler) adlı kitabıdır. Kendi öz anneannesi de Nazi toplama kamplarında tutsak olarak yaşamış bir "soykırım mağduru" olan Finkelstein, 2000 yılı basımı olan kitabında, soykırım kavramının gerek İsrail gerekse Batı'daki Yahudi örgütleri tarafından tam anlamıyla "sömürüldüğünü" anlatmaktadır.

Bilindiği gibi, II. Dünya Savaşı'nın ardından kurulan uluslararası mahkemeler, Almanya'yı Nazi mağduru tüm Yahudilere büyük bir tazminat ödemeye mahkum etmiştir. Milyar dolarlarla ifade edilen bu tazminatın taksitleri, Almanya tarafından İsrail'e ve dünyanın farklı ülkelerindeki Yahudilere on yıllardır ödenmiştir ve halen ödenmeye devam etmektedir. Sadece Almanya değil, başta İsviçre olmak üzere çeşitli Avrupa ülkeleri, İsviçre'nin birer finans imparatorluğu niteliğindeki uluslararası bankaları hatta Nazi işgali sırasında Yahudilere yardım etmeyen Doğu Avrupa ülkeleri de defalarca Nazi mağduru Yahudilere tazminat ödemek durumunda bırakılmıştır.

Finkelstein, Soykırım Endüstrisi adlı kitabında, tüm bu tazminatların kullanılmasında bazı yolsuzluklar yapıldığını, Nazi mağduru Yahudilere verilmek üzere Almanya ve benzeri hükümetlerden çok büyük paralar alındığını, ancak bunların gerçek sahipleri, yani Nazi mağduru Yahudiler için değil, Siyonist örgütlerin finansmanına kullanıldığını anlatmaktadır.

Örneğin, Yahudi örgütleri geçtiğimiz yıllarda "Nazi kamplarında köle işçi olarak çalıştırılan Yahudilerin emeklerinin tazminatı" olarak Almanya'dan yeni bir ödeme istemişlerdir. Bu ödemeden yararlanacak Yahudilerin sayısı olarak verdikleri rakam ise 135 bindir. Oysa Finkelstein, resmi istatistiklere dayanarak, Nazi kamplarında işçi olarak çalıştırılmış olup halen hayatta bulunan Yahudilerin sayısının 14-18 bin civarında olduğunu açıklamaktadır. Arada kalan büyük fark, "tazminat" adı altında Siyonist örgütlerin kasasına aktarılacaktır. (Norman G. Finkelstein, The Holocaust Industry, Verso Press, New York, 2000. s. 126)

Siyonizm'e Karşı Olan Yahudiler

Siyonizm'in çıkış noktası, Yahudi dini değil, 19. yüzyıldan miras kalan ırkçı, sömürgeci ve "Sosyal Darwinist" ideolojiydi. Bu ideoloji, Alman milletini Nazizm'e sürüklediği gibi, bazı Yahudileri de Siyonizm'e sürükledi.

Siyonizm, 19. yüzyıl Avrupası'nın iki belirgin karakterinden büyük ölçüde etkilenmişti: Irkçılık ve Sömürgecilik. Siyonizm'in belirgin özelliği, din-dışı bir anlayışın savunucusu olmasıydı. Siyonizm'in fikri öncülüğünü yapanlar, Yahudiliği bir inanç birliği olarak değil de bir ırk birliği ismi olarak kabul ediyorlardı. Siyonist çevreler, Yahudilerin Avrupalı milletlerden ayrı bir ırk olduğu, onlarla birlikte yaşamalarının mümkün olmadığı, mutlaka kendilerine has ayrı bir yurt edinmelerinin şart olduğu iddiasıyla ortaya çıktılar. Yurt olarak Filistin'i seçmelerinin nedeni de dini değil, tarihseldi.

Siyonizm, Ortadoğu'ya girdiği günden beri bölgeye acı getirdi. İki dünya savaşı arasındaki dönemde, Siyonist terör örgütleri Araplara ve İngilizlere karşı kanlı saldırılar düzenlediler. 1948'de İsrail'in kurulmasının ardından, Siyonizm'in yayılmacı stratejisi Ortadoğu'yu karmaşaya sürükledi.

Burada vurgulanması gereken nokta şudur: Bu zulmü gerçekleştiren Siyonizm'in çıkış noktası, Yahudi dini değil ırkçı, sömürgeci ve "Sosyal Darwinist" ideolojiydi. İnsanlar arasında çatışma olması gerektiğini savunan, "güçlüler kazanır, zayıflar yok olur" felsefesini empoze eden Sosyal Darwinizm, Alman milletini Nazizm'e sürüklediği gibi, bazı Yahudileri de Siyonizm'e sürükledi.

Siyonizm'i eleştiren dindar Yahudiler de aynı gerçeği vurguluyorlar. Bu dindar Yahudilerin bir kısmı İsrail devletini meşru görüp tanımamaktadırlar. Dindar Yahudilerin önde gelen isimlerinden Haham Hirsch, "Siyonizm, Yahudi halkını milli bir antite (varlık) olarak tanımlamak ister... bu dinen bir sapmadır" der. İsrailli devlet adamı Amnon Rubinstein'a göre, "Siyonizm, (bazı Yahudilerin) babalarının yurduna ve hahamların sinagoguna baş kaldırısının doğal sonucu"dur. Siyonizm, gerçekte bir tür faşizmdir. Faşizm ise dinden değil, dinsizlikten kaynak bulur. Dolayısıyla Ortadoğu'da akan kanın asıl sorumlusunun, Yahudi dini değil, din-dışı, faşist ideoloji olan Siyonizm'dir.

Faşizmin diğer versiyonları gibi Siyonizm de, dini kendi amaçları için kullanmak istemiştir. Siyonizm'in Museviliği kendi amaçları için kullanmaya çalışması, asla bir "Yahudi düşmanlığı"nın gerekçesi olamaz. Müslümanlar Siyonizm'e karşıdır, "Kitap Ehli"ne değil. Antisemitizm olarak adlandırılan "Yahudi düşmanlığı"nın İslam'da hiçbir yeri yoktur. Müslümanlar, antisemitizm de dahil her türlü ırkçılığa karşıdır. (Ayrıntılı bilgi için www.islamantisemitizmilanetler.com
adresinden yararlanabilirsiniz.)

Sonuç

Naziler, Yahudileri II. Dünya Savaşı sırasında soykırım politikasına tabi tutmuştur. Binlerce Yahudi -farklı milletlerden insanlarla birlikte- Nazi vahşetinin hedefi olmuştur. Vicdan sahibi her insan, her Müslüman, bu vahşeti lanetler.

Burada göz önünde bulundurulması gereken iki önemli konu vardır:

*Nazi zulmünün mağdurları, sadece toplama kamplarının tutsakları veya sadece Yahudiler değildir.

*Yahudilerin Nazi zulmüyle büyük mağduriyet yaşamış oldukları gerçeği, bazı Yahudilerin diğer bir millete (örneğin Filistinlilere) yaptıkları bir zulmü meşru ve haklı göstermek için kullanılamaz.

Bu iki noktayı özellikle belirtmek gerekir. Kendilerine resmi ideoloji olarak Siyonizm'i seçenler, 50 yıldır, bu konuda yanıltıcı bir propaganda kullanmaktadırlar. II. Dünya Savaşı'nın tek mağdurunun Yahudiler olduğu ve bunun da İsrail'in Filistinlilere karşı uyguladığı zulmün mazur görülmesine neden olması gerektiği telkin edilmektedir. Bu konuda değerlendirme yaparken, söz konusu "sömürü politikası"nın son derece yanlış ve sonuç bakımından da tehlikeli olduğu mutlaka hatırlanmalıdır.

Kuzey Kore Ve Vietnam'da Vahşet


Asya'daki kızıl vahşet sadece Çin ve Kamboçya ile de sınırlı kalmamış, Kuzey Kore ve Vietnam'daki komünist rejimler de kendi halklarına karşı acımasız bir terör uygulamışlardır. On yıllarca Kim Il Sung'un diktası altında yönetilen Kuzey Kore rejiminin katlettiği insan sayısının 1.5 milyon olduğu hesaplanmaktadır. Yüz binlerce insan ise Kuzey Kore'nin feci hapishanelerinde işkence görmüştür.

Komünizmin Kara Kitabı'nda, insanların hayvan muamelesi gördüğü Kuzey Kore hapishanelerinden şöyle söz edilir:

... Terim resmen kullanılmasa da söz konusu olan gerçek cezaeviydi. 2000'i kadın 6000 insan bu ceza kompleksinde, sabahın 05.30'undan gece yarısına kadar terlik, tabanca kılıfı, çanta, kemer, patlayıcı ateşleyicileri, yapay çiçekler üretmek üzere hayvanlar gibi çalışıyordu. Hamile mahkumlar korkunç bir biçimde çocuk düşürmeye zorlanıyordu. Cezaevinde doğan her çocuk kaçınılmaz olarak boğuluyor ya da boğazlanıyordu.100 Komünizmin Kara Kitabı, s.727

Kuzey Kore hapishanelerinde yaşamış bir mahkum, bu kamplarda yaşanan infazları ve işkenceleri şöyle anlatmaktadır:

İnfazları kim yürütür? Seçim, ellerini kirletmek istemedikleri zaman kurşuna dizen ya da can çekişmeyi izlemek istediklerinde ağır ağır öldüren güvenlik görevlilerinin insafına bırakılır. Ben böyle sopa darbeleriyle, taşa tutmayla ya da kürekle adam öldürülebildiğini de öğrendim. Mahkumların oyun oynayarak, silahla nişan alma yarışması yaparak, göze nişan alarak öldürüldüğü oldu. İşkenceye uğrayanların, aralarında dövüşmeye ve karşılıklı olarak kendilerini parçalamaya zorlandıkları da oldu. Gaddarca katledilmiş kişilerin cesetlerini birçok kez kendi gözlerimle gördüm: Kadınlar çok ender rahat ölürdü. Bıçak darbeleriyle doğranmış göğüsler, kürek sapıyla deşilmiş cinsel organlar, çekiçle kırılmış boyunlar gördüm. Kampta ölüm çok sıradan bir şeydir. 'Siyasi suçlular', hayatta kalmak için elden geldiğince çırpınır. Bunlar, biraz daha mısır ve domuz yağı elde etmek için ne olursa yapar. Yine de bu mücadeleye rağmen, her gün ortalama dört ya da beş kişi açlıktan, kazadan ya da. idam infazından dolayı ölür... Komünizmin Kara Kitabı, s.731

Kuzey Kore'deki komünist rejimin bir diğer zalimane özelliği, Darwinizm'in bir ürünü olan "öjeni" teorisini benimsemesi ve uygulamasıdır. Öjeni, -daha önce de belirttiğimiz gibi- Darwin'in kuzeni Francis Galton tarafından ortaya atılmış ve 20. yüzyılın başlarında bilimsel bir yaklaşım olarak görülmüş bir kuramdır. Öjeninin amacı, bir insan ırkındaki hasta ve sakat insanların "sterilize edilmesi" (yani toplumdan dışlanmaları), bunun yerine sağlıklı insanların ilişkiye girerek üremesinin teşvik edilmesidir. Bu sürecin sonunda, daha üstün sağlıklı toplumlar ortaya çıkacağı hayal edilmiştir. Bir teori olan öjeniyi resmi politika olarak uygulayan ilk ülke ise Nazi Almanyası'dır. Hitler, Alman toplumundaki kalıtsal hasta ve sakatları özel "sterilizasyon merkezlerinde" toplamış ve sonra da öldürmeye başlamıştır.

"Evrimi hızlandırmak" adına yapılan bu zulmün bir örneği de Kuzey Kore'nin Darwinist-komünist rejimi tarafından uygulanmaktadır. Komünizmin Kara Kitabı'nda Kuzey Kore tarzı öjeni şöyle anlatılır:

"Kuzey Koreli sakatlar ciddi bir sürgünün kurbanlarıdır. Yani bunların başkent Pyongyang'da oturmaları söz konusu olamaz. Son yıllara kadar sakatlar ailelerinin onları ziyaret edebilmeleri için varoşlardaki yerleşim yerlerine sürülürdü. Bugün ise bunlar dağlık, ücra bölgelere ya da Sarı Deniz'deki adalara gönderiliyor. İki sürgün yeri kesinlikle belirlenmiş durumda: ülkenin kuzeyinde, Çin sınırlarından fazla uzak olmayan Boucun ve Euicio. Sakatlar konusundaki bir ayrım, bu dışlama siyasetinin Pyongyang'dan başka, Nampo, Kaesong, Çongcin gibi kentlere de uygulanmasıyla yakın zamanlarda daha da şiddet kazandı. Özürlülere koşut olarak, cüceler de sistemli olarak takip edilir, tutuklanır, yalnızca toplumdan uzaklaştırmak için değil çocuk sahibi olmaktan yoksun bırakıldıkları kamplara gönderilir. Kim Cong Il "Cüce soyu ortadan kaldırılmalı" diye bizzat emir vermiştir." ( Komünizmin Kara Kitabı, s.736)

Vietnam ise, Asya'nın bir diğer kanlı komünist diktası olmuştur. Önce Fransızlarla sonra da Amerikalılarla uzun bir savaş yapan Kuzey Vietnam, 1975 yılında Güney Vietnam'ı ele geçirmiş ve tek bir birleşik komünist Vietnam ortaya çıkmıştır. Kuzey Vietnam'ın kurucusu Ho Chi Minh ve onu izleyen Vietnam yöneticileri, kendi halklarına karşı ağır baskı ve işkenceler uygulamaktan çekinmemiştir. 1975-77 yılları arasında bir dönemde rejim muhalifi bir Vietnamlının yazdığı bir mektupta ülke şöyle tarif edilir:

"Sadece Saygon'un resmi cezaevi olan Chi Hoa Cezaevi'nde, eski rejim zamanında 8 bin kişi bulunduruluyordu; bugün ise aynı cezaevine 40 bin kişi tıka basa doldurulmuş bulunuyor. Mahkumlar sıkça açlıktan, havasızlıktan, işkence altında veya intihar ederek ölüyor... Vietnam'da iki tür cezaevi vardır; resmi cezaevleri ve toplama kampları. Bu sonuncular sık ormanların arasında kaybolmuştur; mahkumlar müebbet zorunlu çalışmaya hükümlüdür, hiçbir zaman yargılanmaz ve hiçbir avukat onların savunmasını üstlenmez." Komünizmin Kara Kitabı, s.753

Benzer zulümler, 1975'te Vietnam tarafından işgal edilen ve ardından komünist bir rejimle yönetilmeye başlayan Laos'ta da yaşanmıştır. Hindiçini'nin ortasında yer alan bu fakir ülkede gelişen "Pathet Lao" komünistleri, iktidara geldikten sonra pek çok "rejim muhalifi"ni baskı altına almışlar, on binlerce Laoslu ise rejimin baskısı nedeniyle mülteci durumuna düşmüştür.

Maoculuk Tehlikesi Sürüyor

Asyalıların tarihi geleneğinde sertlik vardır. Özellikle Uzakdoğu Asya, tarih boyunca şiddetli çatışmaların, kan davalarının, vahşi intikamların yurdu olmuştur. Bu geleneğin üzerine komünizm gibi şiddeti ve vahşeti meşru gören, hatta gerekli sayan bir ideoloji eklenince, sonuç tam bir felaket olmuştur. Darwinizm'i temel alan, dolayısıyla insanı çatışarak kan dökmeye mahkum bir hayvan türü olarak gören komünizm, Uzakdoğu Asya'nın pirinç tarlalarını birer ölüm tarlası haline getirmiştir. Dahası, Uzakdoğu Asya'da komünizmin medeniyet ve kültür düşmanlığı daha ileri boyutlara varmış, cehaleti, çirkinliği, tekdüzeliği ve düşünmemeyi makbul gören, medeniyet yerine hayvanca yaşamayı tercih eden korkunç bir ideoloji ortaya çıkmıştır.

İşin ilginç yanı, böylesine zalim ve ilkel bir ideolojiyi körü körüne benimseyen ve bunu dünyanın diğer ülkelerine yaymaya çalışan pek çok örgütün ve akımın var olmasıdır. Bugün dünyanın farklı ülkelerinde pek çok Maocu terör örgütü veya ideolojik grup faaliyet halindedir. Maocular, Sovyetler Birliği'nin çökmesini, "komünizmin yanlış bir yorumunun iflas etmesi" gibi göstermekte ve bu çöküşle birlikte Maoizm'in haklı çıktığını iddia etmektedirler. Mao'nun korkunç vahşetlerini, cinayetlerini, kıtlıklarını, zalimliklerini tamamen göz ardı ederek, bu karanlık ideolojiyi sözde dünyanın geleceği için tek alternatif gibi göstermeye çalışmaktadırlar. Özellikle az gelişmiş ülkelerde örgütlenen Maocular, "Üçüncü Dünyacılık" olarak bilinen köhne teoriyi yeniden uyandırarak, bu ülkeleri komünizmin karanlığına çekmeye çalışmaktadırlar.

Anlaşılan odur ki, Mao'nun işkence ederek öldürdüğü on milyonlarca insan, bu komünistleri tatmin edememiştir. Daha fazla kan istemektedirler.

Türk Düşmanlığının Kısa Tarihi


Siyasi tarihe baktığımızda, farklı ideolojilerin zaman zaman kendilerine sözde "bilimsel" dayanaklar aramaya çalıştıklarını görürüz. İddialı siyasi teorilerle ortaya çıkan ideologlar, ortaya attıkları görüşlerin "bilimsel" olduğunu öne sürmüş ve bu imajla birlikte kendilerine inanılırlık ya da meşruiyet sağlamaya çalışmışlardır. Örneğin Karl Marx ve Friedrich Engels, komünist ideolojiyi geliştirirken, tamamen "bilimsel" bir teori olduğunu savunmuşlardır. Bu nedenle de komünistler, kendi ideolojilerine "bilimsel sosyalizm" demeyi tercih ederler.

Elbette kendisini "bilimsel" ilan eden tek ideoloji komünizm değildir. Aynı şekilde ırkçılık ve faşizm de "bilimsellik" iddasıyla ortaya çıkmıştır. Hitler, Alman ırkının diğer tüm ırklardan üstün olduğu iddiasına dayanan ideolojisini, Almanların ve diğer ırkların kafataslarını ya da benzeri fiziksel yapılarını ölçerek sözde biyolojik yönden ispatlamaya çalışmıştır. Benzeri bilimsellik iddiaları, başka ırkçı ideologlar tarafından da tekrarlanmıştır.

Bunlar siyasi tarihin bilinen örnekleridir. Ancak biz yazımızda bunlar kadar ünlü olmayan, fakat aslında büyük önem taşıyan, özellikle de Türk Milleti'ni yakından ilgilendiren başka bir örneği inceleyeceğiz. İnceleyeceğimiz ideoloji, "Türk Düşmanlığı"dır. Bu kavram, kimi zaman bir tür ideoloji kimi zaman da en azından siyasi bir tavır olarak son bir kaç yüzyıldır Batı dünyasında etkilidir.

Türk düşmanlığı, önce Osmanlı'nın duraklama devirlerinde "Türkler Avrupa'dan silinip atılmalıdır" diyen Avrupalı devlet adamları ile başlamış, ardından Osmanlı'nın parçalanmasını hedefleyen 19. yüzyıl emperyalizminin temel düşüncelerinden birini oluşturmuştur. Kendilerini sözde "ileri ve medeni milletler" olarak gören kimi Avrupalılar, Türk Milleti'ni ve medeniyetini olabilecek en uzak coğrafyaya kadar sürülmesi gereken güya "geri ve ilkel" bir unsur olarak görmüşlerdir. Özellikle 19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın ilk çeyreğinde bu Türk düşmanı fikirler Avrupa başkentlerinde büyük etki uyandırmıştır. Ord. Prof. Enver Ziya Karal'ın yazdığına göre, o dönemde Avrupalılar arasında yaygın olan bu düşüncenin özeti şudur:

"Türkler sarı ırktandır. Turan kökenlidir. Göçebe ve zalim bir güruhtur. Her çeşit değişikliğe ve ilerleme fikrine düşmandır."

Bu fikrin tarihin eski bir döneminde kalmış bir yaklaşım olduğunu düşünmek ise büyük bir yanılgı olur. Çünkü Türk düşmanlığı bugün de hala bazı Batılı çevrelerde son derece canlıdır. Başta Almanya olmak üzere Batılı ülkelerdeki Türk azınlıklara karşı şiddet eylemleri düzenleyen, savunmasız Türk soydaşlarımızı acımasızca katleden neo-Naziler ve benzeri faşist gruplar, Türk düşmanlığını bir ideoloji olarak benimsemişlerdir. Avrupa ülkelerinin çeşitli uluslararası siyasi platformlarda Türkiye aleyhinde sergiledikleri önyargıların kökeninde de, 19. yüzyıldan miras olan Türk düşmanlığının kalıntıları yatmaktadır.

Kısacası, Türk düşmanlığı bir ideoloji olarak hala vardır ve canlıdır.

Bu noktada konunun ilginç bir yönüne dikkat etmemiz gerekir. Başta, farklı ideolojilerin kendilerine sözde "bilimsel" bir görüntü vermeye çalıştıklarından söz etmiştik. Acaba aynı durum Türk düşmanlığı için de geçerli midir? Bu fikrin gerisinde de ona "bilimsellik" boyası katan bir etken var mıdır?

Elbette vardır ve bu etken son 150 yıl içinde Türk Milleti'ne yönelik düşmanlığın temeli olan Darwin'in Evrim Teorisi'dir. Charles Darwin, Türk Milleti'ni "yarı maymun aşağı bir ırk" olarak tanımlayan ve yok edilmesi gerektiğini savunan fanatik bir Türk düşmanıdır. Dahası, ortaya attığı teori ile de Türk düşmanlığına sözde "bilimsel" dayanak kazandırmıştır. Günümüzün neo-Nazileri, hala Darwin'in Türk Milleti hakkındaki hezeyanlarından kuvvet bulmaktadırlar. (www.darwinizminsonu.com)

Darwin'in görüşlerini, özellikle de iç dünyasını ve yakın çevresi ile paylaştığı düşüncelerini en iyi yansıtan kaynak, ölümünden altı yıl sonra oğlu Francis Darwin tarafından yayınlanan Life and Letters of Charles Darwin (Charles Darwin'in Hayatı ve Mektupları) adlı kitaptır. Bu kitapta Darwin'in çok sayıda mektubu vardır ve bu mektuplarda ilginç görüşler dile getirilmektedir.

Bu kitap yayınlandıktan sonra İngiliz fikir adamları arasında önemli bir yankı uyandırmış, özellikle de Darwin'in taraftarları, kitabın her satırını inceleyerek kendilerine akıl hocalığı yapan kişinin görüşlerini etüd etmişlerdir.

Kitapta yer alan mektuplardan bir tanesi ise, oldukça önemli siyasi mesajlar taşıdığı için büyük dikkat çekmiştir. Özellikle İngiltere'nin Osmanlı İmparatorluğu'na cephe aldığı, İngiliz başbakanı Gladstone'un "Türkler insanlığın insan olmayan numuneleridir. Medeniyetimizin bekası için onları Asya steplerine geri sürmeli veya Anadolu'da yok etmeliyiz" (Süleyman Kocabaş, Hindistan Yolu ve Petrol Uğruna Yapılanlar, Türkiye ve ingiltere, 1. b., İstanbul, Vatan Yayınları, 1985, s.231Francis 2.Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, vol. I, 1888. New York: D. Appleton and Company, s.285-286) gibi sözleri ısrarla tekrarladığı bir dönemde yayınlanan bu mektup kısa sürede önemli bir propaganda malzemesi haline gelmiştir. Çünkü Darwin'in bu mektuptaki fikirleri Gladstone'unkiyle aynı, hatta daha da fanatiktir.

Söz konusu mektup, Charles Darwin tarafından 3 Temmuz 1881 tarihinde W. Graham adlı bilim adamı arkadaşına yazılmıştır. Darwin, mektubun girişinde doğada bir amaç ve anlam olmadığı yönündeki klasik materyalist mantıklarını tekrar etmektedir. Cümlelerin devamında ise garip hezeyanlar sergilemektedir:

"Doğal seleksiyona dayalı kavganın, medeniyetin ilerleyişine sizin zannettiğinizden daha fazla yarar sağladığını ve sağlamakta olduğunu ispatlayabilirim. Düşünün ki, birkaç yüzyıl önce Avrupa, TÜRKLER tarafından işgal edildiğinde, Avrupa milletleri ne kadar büyük risk altında kalmıştı, ama artık bugün Avrupa'nın TÜRKLER tarafından işgali bize ne kadar gülünç geliyor. Avrupa ırkları olarak bilinen medeni ırklar, yaşam mücadelesinde TÜRK BARBARLIĞINA karşı galip gelmişlerdir. Dünyanın çok da uzak olmayan bir geleceğine baktığımda, BU TÜR AŞAĞI IRKLARIN çoğunun medenileşmiş YÜKSEK IRKLAR TARAFINDAN ELİMİNE EDİLECEĞİNİ (YOK EDİLECEĞİNİ) GÖRÜYORUM." (Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, vol. I, 1888. New York: D. Appleton and Company, s.285-286)

Bu satırlarda Türk Milleti için söylenen sözlerin birer hezeyan oldukları, fanatikçe bir nefretin ve Türklük hakkındaki derin bir cehaletin ürünü oldukları açıktır.

Darwin, Türk Milleti'nin yakında Avrupalılar tarafından yok edileceğini öne sürmektedir. Bu işi gerçekleştirmesini umduğu Avrupalıları "medenileşmiş yüksek ırklar" olarak tarif etmekte, Türk Milleti'ne de kendince "aşağı ırk" yakıştırması yapmaktadır.

Ancak burada Darwin'in bu hezeyanını önemli bir mesajla birlikte dile getirdiğine dikkat etmek gerekir. Darwin, bu cümleleri, "doğal seleksiyon medeniyetin ilerleyişine katkıda bulunmaktadır" şeklinde bir giriş yaparak söylemektedir. Yani Türk Milleti'nin yok edilmesi hedefinin kendince, doğa kanunlarının bir gereği olduğunu ve medeniyetin ilerleyişine de katkıda bulunacağını iddia etmektedir!...

Darwin'in Türk Milleti ile ilgili bu sözlerinin, İngiltere'nin Mısır'ı işgalinden bir yıl önceye rastlaması da oldukça anlamlıdır. Anlaşılan, İngiliz yönetiminin Mısır'ın işgali ile başlayacak bir "Osmanlı'yı parçalama" stratejisinin kurulduğu sıralarda Darwin, "Türklerin yakında yok olacaklarını görüyorum, bu doğal seleksiyonun gereğidir" diyerek, bu stratejiye kendince katkıda bulunmuştur.

Darwin'in Türk düşmanlığına sağladığı bu desteğin etkisi, günümüzde bile sürmektedir. Başta Almanya olmak üzere çeşitli Batılı ülkelerdeki neo-Nazi ve faşist gruplar, Türklere karşı yürüttükleri karalama kampanyasında hala Darwin'in bu sözlerine atıfta bulunmaktadırlar. Internetteki çeşitli neo-Nazi sitelerinde, Darwin'in "Ari ırkın üstünlüğü" hakkındaki sözlerinin yanında Türk Milleti hakkındaki hezeyanı da yer almaktadır. Almanya'daki Türk soydaşlarımızı acımasızca katleden, evlerini kundaklayan, işyerlerini yağmalayan "dazlak"lar, Darwin'in görüşlerinden güç bulmaya devam etmektedirler.

Solingen'de ve Türklere ait yerleşim merkezlerinde soydaşlarımıza ait evlerin ve iş yerlerinin kundaklanması, eski Sovyetler Birliği'nin Türk topluluklarını yıllarca esaret altında tutmaları, Kıbrıs'ta Türklere yapılan mezalim, Batı Trakya, Makedonya, Doğu Türkistan gibi bölgelerde soydaşlarımıza yönelik asimilasyon politikaları ve katliamlar, Batılı ülkelerin tamamına yakınının Türkleri aralarına sokmamak için vize uygulamaları, Ermeni Soykırımı iddialarıyla dünya çapında haksız bir kamuoyu oluşturma çabaları ve son olarak ekonomik ve siyasi yönden Türkiye'yi zaafa uğratma planları, hep aynı Türk ve Türklük düşmanı ırkçı anlayışın tezahürüdür.

Bütün bu örnekler, 19. yüzyılda Batı emperyalizmi tarafından körüklenen, o zamandan bu yana da çeşitli çevreler tarafından ısrarla ayakta tutulan "Türk düşmanlığı" akımının ardında, Darwinizm'in önemli bir yeri olduğunu göstermektedir. Elbette ki Türklere düşman olan toplum, grup ya da kişiler tarihin her döneminde var olmuştur. Ancak ilk kez Darwin bu düşmanlığa sözde bilimsel bir dayanak sağlamış, Türk Milleti'nin "geri ve ilkel" bir millet olduğu şeklindeki safsatalara bilimsel bir kılıf bulmuştur.

Bu ise milletini ve vatanını seven her Türke, Darwinizm'e karşı tavır almak, bu ırkçı ideolojiyi reddetmek ve geçersizliğini de elinden geldiğince ortaya koymak görevini yükler. Aksi takdirde, eğer Darwinizm'i savunursa, kendi milletini yok etmek isteyen bir dünya görüşüne hizmet etmiş olacaktır.

1.Süleyman Kocabaş, Hindistan Yolu ve Petrol Uğruna Yapılanlar, Türkiye ve ingiltere, 1. b., İstanbul, Vatan Yayınları, 1985, s.231Francis 2.Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, vol. I, 1888. New York: D. Appleton and Company, s.285-286
2.Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, vol. I, 1888. New York: D. Appleton and Company, s.285-286

Stalin Nasıl Komünist Oldu?


Dindar bir ailenin çocuğu olan Stalin çocukluk yıllarında din adamı olmak istiyordu. Ancak öğrenimi sırasında Darwin'in evrim teorisi ile tanışan Stalin önce Darwinizm'i daha sonra da Marksizmi benimsedi.

Stalin, 1879'da Gürcistan'daki küçük bir kasabada fakir bir ailenin çocuğu olarak doğdu. İsmi, Iosif Vissarionovich Djugashvili idi. Rusça'da "Demir Adam" anlamına gelen "Stalin" ismini, 1913'ten sonra kullanmaya başlayacaktı.

Stalin'in annesi dindar bir kadındı. Binbir güçlükle yetiştirdiği oğlunun bir din adamı olmasını istiyordu. Bu nedenle onu Gori'deki bir Kilise okuluna yazdırdı. Burada 5 yıl boyunca öğrenim gören Stalin, okulunu bitirdiğinde, Tiflis'teki din enstitüsüne girdi ve Gregoryen Ortodoks Kilisesi'nde bir rahip olabilmek için çalışmaya başladı. Ancak tam bu sıralarda, okuduğu bazı kitaplar Stalin'in tüm dünya görüşünü değiştirdi. O zamana kadar dindar bir annenin dindar bir çocuğu olan Stalin, Allah'a ve dine olan tüm inancını yitirdi ve bir ateist oldu.

Stalin'in Ateist Olmasına Neden Olan Kitap Darwin'indi

Stalin'e inancını kaybettiren kitap, Darwin'in Türlerin Kökeni isimli kitabıydı.

Oxford Üniversitesi'nde tarihçi Alex de Jonge, Stalin and The Shaping of the Soviet Union (Stalin ve Sovyetler Birliğinin Şekillenmesi) adlı kitabında, Stalin'in gençlik yıllarında Darwin'in önemli bir yer tuttuğunu vurgular. Jonge'a göre, Stalin'in dini bir eğitim almışken, Allah'a olan inancını yitirmesi, bunun yerine ateizmi benimsemesi, Darwin'i okumasıyla olmuştur. Stalin'in Marxizm'i benimsemesi ise bunun ardından gelmiştir. Jonge, bunun Stalin tarafından da özel sohbetlerinde sık sık vurgulanan bir gerçek olduğunu bildirmektedir.(Alex de Jonge, Stalin and The Shaping of the Soviet Uninon s.22)

İngiliz tarihçi Alan Bullock da Stalin ve Hitler'in yaşamlarını karşılaştırmalı olarak inceleyen Hitler and Stalin: Parallel Lives adlı kitabında, Stalin'in gençlik yıllarında Darwin, Auguste Comte ve Karl Marx'ın Rusça çevirilerini okuduğunu ve bunlardan etkilendiğini belirtir.

Aslında bu aldanış, sadece Stalin'in değil, Rusya'daki genç ve okuyan neslin çoğunun başına gelmişti. Darwin'in, Huxley'in veya Lamarck'ın o zamanlar bilimsel sanılan hurafeleri, pek çok Rus gencinin ateist olmasına neden oluyordu. Tarihçi Orlando Figes, A People's Tragedy, A History Of The Russian Revolution (Bir Halkın Trajedisi: Rus Devriminin Tarihi) adlı kitabında, "Lenin'in gençlik çağlarında Rus aydınları arasında Darwin ve Huxley neredeyse dini bir kutsallığa sahipti" derken bunu kasteder.30 Figes aynı eserinde, sonradan Bolşeviklere katılacak olan Semen Kanatchikov adlı genç bir işçinin evrimci propaganda sonucunda nasıl dinsizleştiğini şöyle bir örnekle anlatır:

"Genç bir işçi kendisine bir kutuyu toprakla doldurup sıcak tutunca solucan ve böceklerin oluştuğunu göstererek Tanrı'nın insanları yaratmadığını söylemişti. Zamanın sol kanadının kitapçılarında bulunan bu tip kaba bilim, Kanatchikov gibi genç işçilerin üzerinde büyük etki yapıyordu. "Şimdi eski önyargılarımdan kurtulmam beni artan bir tempoya yöneltti" diye daha sonra yazdı. "... Kiliseye artık gitmedim ve haram yiyecekleri yemeye başladım". (Orlando Figes, A People's Tragedy, A History of The Russian Revolution, s. 65)

Oysa "canlıları Allah yaratmadı, tesadüfen oluştular" iddiasının dayanağı gibi gösterilen üstteki alıntıdaki gibi örnekler, başta belirttiğimiz gibi birer hurafeydi. Toprak içindeki solucanlar ve böcekler, o zamanlar sanıldığı gibi, tesadüfen ve hiç yoktan orada oluşmuyor, daha önceden toprakta yer alan yumurtalardan çıkıyorlardı. Ancak bilim dünyası henüz "cansız maddeden asla canlılık çıkmaz" şeklindeki gerçeği fark edemediği için, bu gibi hurafeler çığ gibi büyüyor ve yarı cahil Rus gençlerini ateizme sürüklüyordu.

Stalin Toplum Mühendisliğine Başlıyor

19. yüzyılın sonunda Rusya'da yetişen bu ateist nesil, 20. yüzyılın başında ateşli birer komünist olarak sahneye çıktılar.

Bu ateşli komünistlerin biri Stalin'di. 1898 yılında gizli bir komünist örgüte katıldı. 1901 yılında Brdzola (Mücadele) adlı bir komünist dergide yazılar yazmaya başladı. Bu tarihten sonra, 1917 yılına kadar, Lenin'in önderliğindeki komünist hareketin aktif bir militanı oldu. 1917'deki Ekim Devrimi'nden sonra, Komünist Parti'nin en üst kademesi olan 5 kişilik Politbüro'nun üyesi seçildi. Lenin'in 1923 yılındaki hastalığıyla birlikte, Stalin parti içindeki gücünü giderek artırdı. Lenin'in ölümünden sonra da en büyük güç haline geldi. 1924'den 1929'a kadar geçen beş yıl içinde, parti içindeki tüm muhaliflerini suikast, idam veya sürgün gibi yöntemlerle tasfiye etti. Ekim Devrimi'nin mimarlarından olan Trotsky bile Stalin'in hışmına uğradı ve Sovyetler Birliği'nden sürüldü.

Stalin, iktidarını bu şekilde sağlamlaştırdıktan sonra, elini topluma attı. Lenin, Rusya'daki tüm tarım alanlarını devletleştirmeye kalkmış, ancak 1920 ve 1921'deki büyük kıtlık ve tahribat üzerine bu uygulamayı ertelemek zorunda kalmıştı. Ancak Stalin bu işi gerçekleştirmeye kararlıydı. "Kollektivizasyon" adı verilen bir politika uygulamaya koydu. Amacı, köylülerin tüm mallarını devletleştirmek, mahsullerine el koymak, bu mahsulleri ihraç ederek Sovyet sanayisini ve ordusunu güçlendirmek için kaynak oluşturmaktı.

Stalin kollektivizasyonu, öldürerek, işkence ederek, aç bırakarak uygulayacak ve 6 milyon insan kıtlık sonucunda kıvranarak ölürken, yurtdışına yüz binlerce ton tahıl ihraç edecekti. Stalin iktidarı, insanları, acı çektirerek eğitilmeleri gereken birer hayvan türü olarak gören materyalist-Darwinist düşüncenin vahşetini bir kez daha belgeleyecekti.

Kollektivizasyon Vahşeti

Stalin kollektivizasyon politikasını 1929'da başlattı. Buna göre topraklar üzerindeki tüm özel mülkiyet kaldırılacak, her köylü belirli bir kotayı devlete vermek zorunda kalacak ve kendi mahsulünü satamayacaktı. Belirlenen kota yine çok yüksekti ve köylülerin bunu karşılamaları için ellerindeki herşeyi vermeleri gerekiyordu. 1920'de Lenin'in başlattığı zalimlik, tekrar ediliyordu.

Stalin kollektivizasyonu uygulamak için en acımasız yöntemlerin uygulanmasını emretti. Direnenler öldürüldü, Sibirya'ya sürgüne gönderildi (yani uzun vadede öldürüldü) veya kıtlığa maruz bırakıldı (yani yavaş yavaş öldürüldü). Kollektivizasyona karşı-veya genel olarak komünizme karşı-direnenler "kulaklar" (zengin toprak sahipleri)'a karşı tüm ülkede bir sürek avı başlatıldı. Bu politika, Komünizmin Kara Kitabı'nda şöyle anlatılıyor:

"Kollektifleştirmeye direnen kulaklar kurşuna dizildi, diğerleri çocuklar, kadınlar ve yaşlılarla birlikte sürgüne gönderildi. Şüphesiz, hepsi doğrudan öldürülmedi, ama Sibirya'nın ya da Büyük Kuzey'in tarıma elverişli olmayan bölgelerinde yapmaya zorlandıkları işler onlara fazla hayatta kalma şansı bırakmadı. Yüz binlercesi orada son nefeslerini verdi, ancak kesin ölü sayısı hala bilinmemektedir. 1932-1933 yıllarında Ukrayna'da, kırsal nüfusun zorunlu kollektifleştirmeye direnmesine bağlı olarak yaşanan büyük açlığa gelince, bir kaç ay içinde 6 milyon kişinin ölümüyle sonuçlanmıştır." ('Komünizmin Kara Kitabı, s. 23)

Stalin rejimi, kendinden önceki Lenin yönetimi gibi "kulak" diye hayali bir düşman oluşturmuştu ve yok etmek istediği herkesi "kulak" olarak damgalayıp hedef alıyordu. Her şehre emirler gönderiliyor, belirli sayıda kulak yakalanması ve idam edilmesi emrediliyor ve komünistlerin sevmediği herkes kolayca "kulak" kategorisine sokuluyordu. Komünizmin Kara Kitabı'nda bu durum şöyle açıklanıyor:

"Bu şartlar altında, bazı bölgelerde kulak diye tasfiye edilen köylülerin yüzde 80 ila yüzde 90 arasındaki bir bölümünün serednyak, yani orta halli köylüler olmasına şaşmamak gerekir. Yerel yetkililerin "tasfiye ettiği" kulak sayısına ulaşmak ve mümkünse bu sayıyı aşmak gerekiyordu! Yazın pazarda tohum satmak, 1925 ya da 1926'da iki ay boyunca yanında bir tarım işçisi çalıştırmak, iki semaver sahibi olmak, Eylül 1929'da "yemek ve böylece sosyalist müsadereden mal kaçırmak amacıyla", bir domuz öldürmek nedeniyle köylüler tutuklanmış ve sürgün edilmişti. Bir köylü, yalnızca kendi ürettiği ürünleri satan yoksul bir köylü olduğu halde, "ticarete başladığı" bahanesiyle tutuklanıyordu; bir başkası, amcasının Çarlık ordusu subayı olması bahane edilerek sürülüyor, bir diğeri "kiliseye sık sık gitmesi" nedeniyle kulak olarak damgalanıyordu. Fakat daha çok, kollektifleştirmeye açıkça karşı çıkanlar kulak olarak mimleniyordu. Kulak sınıfını yok etmekle görevli müfrezeler içerisinde öyle bir karışıklık yaşanıyordu ki, kimi zaman saçmalığın doruklarına ulaşıyordu. Sözgelişi, bir örnek vermek gerekirse: Ukrayna'nın bir kasabasında, kulak sınıfını tasfiye etmekle görevli bir tugaya mensup bir serednyak, kasabanın diğer ucundaki bir başka tugayın temsilcileri tarafından kulak diye tutuklanmıştı." (Komünizmin Kara Kitabı, s. 196)

"Kulak" olarak damgalanıp katledilen insanların arasında, din adamları başta geliyordu. Öyleki, "1930'da 13.000'den fazla din adamı "kulak" diye tasfiye edildi. Birçok köy ve kasabada kollektifleştirme, sembolik olarak kilisenin kapatılmasıyla, kulak sınıfının tasfiyesi de papazla başladı."

PKK İle Gelinen Mücadelede Ortak Nokta: Fikri Mücadele Şart


Bugün sık sık gündeme getirilen PKK’nın Marksist-Leninist kökleri, aslında ilk kez ne zaman deşifre oldu?

PKK terörüne karşı fikri mücadelenin gerekliliği konusunda sağlanacak görüş birliği, niçin hayati bir önem taşır?

PKK'ya yönelik olası sınır ötesi bir operasyonun sıcak gündemi oluşturduğu şu günlerde, askeri bir harekatın yanı sıra terör örgütü ile fikri platformda da mücadele edilmesinin gerekliliği sıkça dile getirilmeye başlandı. Gerek siyasi çevrelerde gerekse basında geçtiğimiz ay boyunca bu konu hakkında çok fazla konuşuldu ve yazıldı. Dile getirilen görüşlerde, ağırlıklı olarak üzerinde durulan ortak bir nokta vardı: PKK'nın Marksist-Leninist, komünist ve ateist bir örgütlenme olarak nitelendirilmesi...

Son olarak yabancı basının en prestijli yayınlarından biri olan Washington Times'da da aynı nitelendirmenin yapıldığı bir haber yayınlandı. PKK'nın ideolojik yapısı hakkında ortak bir nitelendirme yapılmış olması ve bu yapının özellikle vurgulanması son derece önemlidir. Çünkü bu, aynı zamanda mücadele edilecek hedefi de işaret etmektedir.

Fikri Mücadelenin Gerekliliğinde Görüş Birliği

Terörle mücadele konusunda bugün gelinen noktada, terörü yalnızca askeri bir girişim ile yok etmenin mümkün olamayacağı, mutlaka fikri yönden de yapılacak bir mücadele ile terörün ideolojisinin etkisiz kılınması gerektiği tartışılmaz bir gerçek olarak kabul görmektedir. PKK'nın Marksist-Leninist, komünist ve dolayısıyla ateist bir örgütlenme olduğu da son dönemde herkesçe kabul edilen ve dile getirilen diğer bir gerçek olmuştur. Her iki konuda da toplum genelinde bir görüş birliği oluşmuştur.

Bu görüş birliğinin oluşmasında en etkili olan unsurlardan biri hiç kuşkusuz ki teröre karşı fikri mücadelenin öneminin ve gerekliliğinin öncü savunucusu olan Sayın Adnan Oktar'ın eserlerinden faydalanılarak hazırlanan ve yaklaşık 1,5 yıldan bu yana gazetelerde yayınlanmakta olan ilanlardır.

Terör olaylarının günümüzdeki kadar gündemde olmadığı 2006 yılının ortalarından bu yana, çok sık aralıklarla gazetelere verilmiş olan bu ilanlarda, PKK'nın “Marksist-Leninist, komünist ve ateist” yapısının üzerinde ısrarla durulmuş ve bu nitelendirmenin yaygınlaşmasına öncülük edilmiştir. Bu süre zarfında terörün kaynağı ve çözümüne ilişkin, Adnan Oktar'ın eserlerinden faydalanılarak hazırlanan 20 farklı ilan gazetelerde yayınlanmıştır. Bu ilanlar, ülke çapında bir bilinçlenmenin oluşmasına da vesile olmuştur. Bu ilanlarda PKK tarafından gizlenmeye çalışılan komünist, ateist ve Darwinist yapı deşifre edilmiş, Darwinist eğitimin ve propagandanın toplum üzerinde nasıl yıkıcı bir etki uyandırdığı ilmi gerçeklerle izah edilmiştir. Komünizmi destekleyenlerin ülkemiz üzerinde ne gibi planları olduğu detaylı biçimde anlatılmıştır. Doğudaki vatandaşlarımızın din ahlakına olan bağlılıkları ve ahlaki erdemlerinin, sorunun çözümündeki önemli rolüne dikkat çekilmiştir. Bölücü örgüt elebaşının din ahlakına olan düşmanlığı, komünist liderlere olan hayranlığı ve Darwinist görüşleri kendi sözleriyle delillendirilmiştir. Sayın Adnan Oktar'ın gerek bu ilanlarda yayınlanan fikirlerinin, gerekse yıllardan beri eserlerinde anlattığı birçok gerçeğin bugün yazarlarımız tarafından yeni yeni dile getirildiği görülmektedir.

Bu ilanlarda bugüne kadar birçok kez dile getirilmiş olan bazı gerçekleri kısaca maddeleyecek olursak;

Terörün Kaynağı ve Çözümüne İlişkin Çok Önemli Gerçekler

* PKK; Marksist, Leninist, Stalinist, komünist bir örgütlenmedir.

* Güneydoğu'da senelerdir devam eden bölücü faaliyetlerin arkasında Marksist-Leninist-Komünist ideoloji bulunmaktadır. Bu ideolojinin temeli ise Darwinizm'e dayalıdır ve terörün bu teori olmadan hayat sahası bulması olanaksızdır.

* Darwinizm'in olmadığı yerde materyalizm olmaz. Materyalizmin olmadığı yerde komünizm olmaz. Komünizmin olmadığı yerde de PKK olmaz.

* PKK, Darwinizm ve materyalizm olmadan komünist propaganda yapamaz. Komünist propaganda yapamayınca taraftar bulamaz. Taraftar bulamayınca da gücünü kaybeder ve yok olur.

* PKK ateisttir. Din ahlakına ve din ahlakının vesile olacağı tüm güzelliklere karşıdır. Dolayısıyla küçük yaşlardan itibaren din ahlakına düşman olarak yetiştirilen, vicdandan ve her türlü güzel ahlaktan yoksun olan örgüt üyeleri, devletimizin bekası ve halkımızın güvenliği için büyük bir tehdittir.

* PKK’nın materyalist ve ateist köklerine karşın, Doğu insanı dindardır. PKK’nın kendisine yuva edindiği topraklarda yaşayan bu güzel ahlaklı vatandaşlarımızı kollamak, ihtiyaçları olan desteği vermek gerekir.

* PKK, terörist olarak yetiştireceği kişilere öncelikle diyalektik materyalizm ve bu felsefenin temeli olan Darwinizm eğitimi vermektedir. Bu nedenle bütün Türkiye'de anti-Darwinist, anti-materyalist, anti-komünist çok güçlü bir fikri propaganda şarttır.

* Materyalist, ateist, Darwinist Avrupa, PKK'yı kendisiyle aynı felsefi inanca sahip olduğu için bütün gücüyle desteklemektedir.

* PKK'ya çözüm, Darwinizm'in ve materyalizmin yerle bir edilmesidir.

Terörle Fikri Mücadele Nasıl Yapılmalı?

Terörle mücadele konusunda hayati bir öneme sahip olan anti-komünist ve anti-Darwinist propagandanın toplum genelinde de öneminin fark edilmiş olması son derece sevindirici bir gelişmedir. Bu noktadan sonra yapılması gereken ise fikri mücadele kapsamında somut adımlar atılmasıdır. Bu konuda çeşitli kurumlara da sorumluluklar düşmektedir.

* Devletimiz; Türk halkının komünizm, materyalizm ve Darwinizm’e karşı bilinçlenmesini sağlayacak sosyal politikalar oluşturarak veya bu konuda ehil sivil toplum kuruluşlarını destekleyerek;

* Basın yayın kuruluşları; kardeşliği, sevgiyi, merhameti ve inanç birliğini esas alan yayınlar yaparak;

* Köşe yazarları; anti-komünist propagandaya devam ederek, teröre öldürücü darbenin vurulmasında iş birliği içinde hareket etmelidirler.

Bu somut adımların aynı zamanda hızlı, kararlı ve sürekli olması da alınacak neticeyi çabuklaştıracaktır. Şu unutulmamalıdır ki, PKK’nın terör eylemlerine başladığı 1980’li yıllarda doğan bebekler, Darwinizm’in beslediği komünist ideoloji ile uyuşturulup, kandırılıp, bugün PKK saflarında mücadele eden militanlar haline gelmişlerdir. Terör örgütünün şu anki silahlı birliklerinin çoğu o yıllarda doğan çocuklardan oluşmaktadır. Eğer Darwinizm söz konusu yıllarda ortadan kaldırılsaydı komünizm tamamen çürütülmüş olacak, bu sapkın ideoloji de sonraki nesillere aktarılamayacaktı. Dolayısıyla ideolojisi olmayan bir örgütün kendine yandaş toplaması ve faaliyet göstermesi mümkün olamayacağından PKK da kısa zamanda yok olup gidecekti.

PKK'nın Doğu'daki Siyasi Gücünü Kaybetmesi, Fikri Mücadelenin Önemine Güzel Bir Örnektir

Türkiye'de şu an, çeşitli kesimlerin katkılarıyla yoğun biçimde devam eden büyük bir imani, milli, kültürel ve ilmi çalışma vardır. Bu çalışmanın güzel sonuçları kendini göstermeye başlamıştır. PKK'nın son dönemde siyasi anlamda büyük bir güç kaybına uğramış olmasında söz konusu faaliyetlerin büyük rolü olmuştur. Bu faaliyetlerin vesilesiyle Türkü, Kürdü, Lazı ve Çerkeziyle tüm Türk halkı birlik ve beraberlik ruhunu korumuş, imanını muhafaza etmiş, milli ve manevi değerlerine sahip çıkma konusunda etkin bir tavır sergilemiştir. Gençler de ateist ve bölücü ideolojilere aldanmaktan kurtulmuş, böylelikle terör örgütü ideolojik anlamda hiçbir destek bulamaz hale gelmiştir.

Bu fikri mücadeleye öncülük eden Sayın Adnan Oktar, bir röportajında bu müjdeli gelişmeyi şu şekilde anlatmıştır:

"Türkiye'de eskiden sol daima hakim olurdu. Biz Darwinizm'e karşı güçlü bir mücadele verdikten sonra sağ ezici şekilde hakim olmaya başladı Türkiye'de, bu net bir başarıdır. PKK'dan halk kitleler halinde kopmaya başladı. Biz faaliyet yaptıktan sonra, PKK'nın gerçek yönünü, Marksist yönünü, Materyalist yönünü vurguladıktan sonra, Darwinizm'in geçersizliğini anlattıktan sonra, PKK siyasi yönde çok ciddi güç kaybına uğradı. Bunu da son zamanlarda açık açık gördük. Yani Türkiye'nin genel tablosuna bakarsanız bunu çok açık görürsünüz."

Çözüm Bataklığın Kurutulmasındadır

Yazı boyunca vurgulandığı üzere PKK'ya karşı kalıcı bir çözümü fikri mücadele olmadan elde etmek olanaksızdır. Sivrisineklerle tek tek mücadele etmenin sonu yoktur, çözüm bataklığın kurutulmasıdır. Fikri mücadele terör örgütüne psikolojik açıdan da büyük darbe vurmaktadır. Son günlerde terör örgütü yandaşlarının, kaybettikleri desteğin ardından büyük bir panik içinde oldukları, psikolojilerinin bozulduğu gözlenmektedir. İdeolojilerinin artık taraftar bulmadığı gerçeğinin iyiden iyiye farkına varan bu kişiler, din ahlakına karşı olan düşmanlıklarını açıkça ortaya koyan açıklamalar yapmaktadırlar.

Bölücü örgüt şunu çok iyi bilmektedir ki; İslam ahlakını benimsemiş bir toplumda başarılı olmaları mümkün değildir. Bu gerçeğin bilincinde olan ilgili odaklar, bütün güçleriyle milletimizi imanından, ahlakından koparmaya çalışmakta, Darwinist dünya görüşünü yerleştirmeye gayret etmektedirler. Darwinizm’in yayılması PKK için yeni insan kaynağı demektir. Bu yüzden Darwinizm ile yapılan her türlü propaganda doğrudan terör örgütünü fikri anlamda güçlendirip, beslemektedir. Tek yanlı Marksist-Leninist ve Darwinist propaganda, Doğu'da binlerce gencin bölücü örgütün saflarına katılmasına sebep olacaktır. Marksist-Leninist, bölücü propagandaya karşı Yaratılışçı, milliyetçi, Atatürkçü, üniter devleti ve milli manevi değerleri savunan bir karşı propaganda şarttır. Bu propagandaya toplumun tüm kesimlerinin destek olmaları, teröre öldürücü darbe vurulana kadar bunu kararlılıkla sürdürmeleri ülkemizin geleceği açısından son derece önemlidir.

Bölücü Örgütün Elebaşının Darwinist İzahları

Bölücü örgütün elebaşı, her komünist gibi Darwinizm’i mutlak bir gerçek olarak benimsemiş, örgütün tüm ideolojik alt yapısını bu bilim dışı aldatmaca üzerine bina etmiştir.

İlkel komünal topluluk dönemi, İNSANLIĞIN HAYVANLAR ALEMİNDEN KOPARAK tarih sahnesine çıktığı, son derece geri üretim güçleri ve bu temelde şekillenmiş basit üretim ilişkilerinin hüküm sürdüğü bir aşamayı ifade eder. (Kürt Hümanizmi ve Yeni İnsan, İstanbul, Nisan 2001, s.25)

Başlangıçta insanın kendine yakın hayvan türlerinden pek farkı yoktur. Doğada hazır bulduklarını yer, ağaçlar üzerinde ve kavuklarda örgütsüz bir şekilde barınır. Ama düşünme ve konuşma yetisini kazanmasıyla birlikte, yiyecek toplamada, DİĞER HAYVANLARA karşı kendini savunmada, doğal afetlere karşı kendini korumada, bazı ilkel taş araçları geliştirmek ve hemcinsleriyle dayanışma içine girmek kaçınılmaz olur. Bu aşamaya kadar, HAYVANLAR ARASINDA GEÇERLİ OLAN; BİYOLOJİNİN EVRİMLER KANUNU hüküm sürmektedir. (Kürt Hümanizmi ve Yeni İnsan, İstanbul, Nisan 2001, s.13)

HAYVANIN EN İLERİ SOSYALLEŞMİŞ BİÇİMİ İNSANDIR. En vahşi hayvandır insan, en acımasız hayvandır. (Kürt Hümanizmi ve Yeni İnsan, İstanbul, Nisan 2001, s.106)

Bölücü Örgütün Elebaşının Komünist Olduğunu İspat Eden Bazı İzahları

"Lenin 1900’de ne ise ben de 21. yüzyıl sosyalizmini temsil ediyorum, reel sosyalizmle savaşarak, emperyalizmle savaşarak yeni sosyalizmi inşaa ediyorum." (Özgür Yaşamla Diyaloglar, s. 201)

"PKK, Marksizm-Leninizm geleneğine uygun bir gelişme yaşamıştır. Bundan sonrası açık ki etle tırnak gibi birbirinden ayrılmayan bu miras üzerine şekillenecektir." (Kürdistan’da Halk Kahramanlığı, s.78)

"Bizim ortamımızda sosyalizmin ve komünizmin ölçüleri egemendir. Sosyalizmde herkese emeği kadar verilir. Bu, parti (PKK) içinde de geçerlidir. Bu, komünist toplumun kuruluşuna kadar da geçerli olacaktır." (Tasfiyeciliğin Tasfiyesi, s.153)

"İşte proletaryanın kahramanları Marks ve Engels. İşte onun teorik, siyasal dahisi Lenin ve yine onun pratik ustaları Stalin, Ho Chi Minh ve Mao. Ve bunların önderliğinde yürüyen birçok ulusal ve enternasyonalist kahraman. İnsanlığın özgürlük bilincini ayaklandıran, örgütlendiren ve halk ordusu denilen orduları ortaya çıkaran bu büyük kahramanların insanlık tarihindeki yeri gerçekten büyüktür." (Kürdistan’da Halk Kahramanlığı, İstanbul, Mart 2004, s.87)

ADNAN OKTAR PKK İLE HASIL MÜCADELE EDİLMESİ GEREKTİĞİNİ ANLATIYOR

Aşağıda Sayın Adnan Oktar'ın yakın zamanda gerçekleştirmiş olduğu çeşitli röportajlardan terör konusu ile ilgili bazı bölümler yer almaktadır.

Fikri Mücadeleyle Çok Rahat Netice Alınır

"Bizim yaptığımız mücadele bu, Darwinizm’le ilgili felsefenin ortadan kaldırılmasının mücadelesi, arkasından İslam’ın gelişmesine sebep oluyor. Mesela bu Türkiye'de hemen kendisini gösterdi. Türkiye'de bugün Darwinizm'e inanmayanların sayısı %90'a çıkmıştır. Yani bu silahlı bir mücadeleyle elde edilecek bir şey değildir. Fikri mücadeleyle elde edilecek bir şeydir. Mesela Türkiye'de PKK terörü var. Buna karşı da yine aynı şekilde silahla netice alınamaz. Buna karşı da fikri mücadele yapılması gerekir. Fikri mücadeleyle çok rahat netice alınır. Dünyada güçlü bir fikri mücadele yapılsa, İslam 5-10 yıl içinde bütün dünyaya çok rahat hakim olabilir. Medeni insanlara, düşünceye açık olan insanlara, kültürle bilgiyle yaklaşmak imkanı varken, silahla yaklaşmak son derece anlamsız olur, son derece gereksiz olur." (El Cezire televizyonu ile röportaj, 6 Ağustos 2007)

Komünist Ayaklanmanın Adının Konması Gerekir

“Bugün Türkiye'nin Doğu'sunda da bir komünist ayaklanma vardır. Israrla söylüyorum ben. Bu komünist ayaklanma diyorum. Ama birçok insan da “öyle bir şey yok” diyor. Komünist ayaklanma değil, komünizm öldü, komünizmle bu adamların alakası yok, bir ayaklanma. Halbuki bunun adının konması lazım. Darwinist, materyalist sistemden kaynaklanan bir komünist ayaklanma var ve komünist propaganda var. Avrupa'da. Nihai hedefi Avrupa'nın komünizmdir. Bir Avrupa komünizmi oluşturmak istiyorlar. Avrupa komünizminde de din, iman, ahlak, aile gibi kurumlar kabul edilir kurumlar değildir. Yani komünizmin hedefleri, dinin, ailenin, ahlakın ortadan kalkmasıdır. Bunları kendi eserlerinde Marks da açıklıyor, Lenin de açıklıyor diğer Marksist liderler de açıklıyorlar. Rusya ile becerilemeyen komünizm, Avrupa kanalıyla halledilmeye çalışılı yor şu anda. Doğu'daki komünist hareketi de destekleyen yine Avrupa'daki bu sosyalistlerdir. Avrupa'nın büyük bir bölümü hemen hemen tamamına yakını PKK hareketini destekliyor, bu ayaklanmayı destekliyorlar. Çünkü Darwinist, materyalist ve ateist çizgi her ikisinde de aynı. Dolayısı ile kendi düşüncesinde olduğu için özellikle orayı o şekilde savunuyorlar. Hatta Türkiye'nin diğer kısmının da, aynı şekilde sosyalist Marksist idare ile idare edilmesini istiyorlar, ikiye bölündüğünde. Allah esirgesin. Kendi kafalarına göre ki buna asla müsaade etmeyiz. Doğu Türkiye, Batı Türkiye, komünist Doğu Türkiye, komünist Batı Türkiye şeklinde bir bölünme idealleri var. Bunun için de Darwinizm'e ihtiyaç vardır. Onun için ısrarla bu yalanı ayakta tutmaya çalışıyorlar. Yani bu yalan ortadan kalktığında komünizm ve sosyalizm de çöker. Avrupa'daki komünist ve sosyalist partilerin dini olan, hayat damarı olan Darwinizm, şu an ayaklarının altından kayıyor. Meydana gelen panik bu görünenin çok çok üstünde aslında, çok çok üstünde. Aşırı telaş göstertmek istemiyorlar. Böyle bir şey ummuyorlardı gerçekten, böyle ağır bir yara alacaklarını, böyle bir darbe alacaklarını hiç ummuyorlardı. Bunu kısmen şu anda durdurmaya çalışıyorlar.” Ekrem Kızıltaş ile röportaj, 20 Ekim 2007

Kamuoyu Sayın Deniz Baykal’daki Ani Değişikliğin Sebebini Merak Ediyor

Gerek siyasi çevreler ve kamuoyu, gerekse basın tarafından takip edildiği üzere Sayın Baykal’ın kısa bir süre öncesine kadar Doğu ve Güneydoğu Bölgelerimizde yaşanan terör olayları ve sınır ötesi operasyon ile ilgili eleştiri alan yorumları ve çözüm önerileri bulunmaktaydı. Ancak Sayın Baykal’ın -daha çok çözümsüzlüğe sürükleyecek- bu önerilerinde son dönemlerde dikkat çeken bir değişiklik olmuştur. Daha önce bu yönde hiç böyle bir yaklaşımı bulunmayan Sayın Baykal da Sayın Adnan Oktar’ın ilanlarındaki “bölücü örgütün Marksist-Leninist köklerini ortaya koyan” ve “masum bölge halkını kucaklayan” net teşhisleri doğrultusunda görüşlerini değiştirmiş ve bu ani değişikliği açıkça yansıtan açıklamalarda bulunmuştur. Sayın Baykal’ın yaptığı açıklamalardan bazı başlıklar şöyledir:

Yeni Kürt Açılımı Kuzey Irak'a Yönelik

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, "Kürt açılımı"na açıklık getirirken terörle askeri mücadeleden vazgeçmenin mümkün olmadığını vurguladı ve "Ancak sadece sınır ötesi operasyonlarla sorunun çözülemeyeceği görülüyor. Askeri önlemleri bütünleyen, destekleyen başka önlemler de alınmalı" dedi. Kuzey Irak'a yönelik uzun süreli çalışma yapılmasını isteyen Baykal, "PKK'nın içinde yaşadığı, PKK ile iletişim içinde olan topluma yönelik öneriler yapıyorum. PKK'yı orada yalnızlaştırmak gerekiyor" dedi.
(http://www.sabah.com.tr/2007/11/10/haber,AB1D5644A4FE453D815189061B32618F.html)

Baykal’dan Sürpriz Kürt Açılımı

SADECE SINIRÖTESİYLE OLMAZ

“Artık sorun sadece sınır ötesi operasyon bağlamında görülemez. Kuzey Irak ile Suriye’yi bir görmemek gerekir. Suriye’deki durum mekan sağlamakla ilgiliydi. Burada ise uluslararası destek, otonom bir hükümet, aynı etnik kökenden nüfus var. O zaman ne yapmalı? Kuzey Irak’la ilişkiyi terör bağlamı dışında da görmeli. Bunları günü birlik de değil, 10, 20, 30 yıl sonrasına yönelik planlama içinde yapmalı.”

BARZANİ’YLE KAVGA DEĞİL, İLİŞKİ KURALIM

“500 veya bin genci Kuzey Irak’tan getirip okutalım. Kürt de olsun, Arap da. Bizi yaşayıp, tanısınlar, iyi eğitim alsınlar. 15 yıl sonra o ülkenin yöneticisi olacaklar. Şimdi bunu biz yapmıyoruz, Barzani yapıyor. Orayla kavga dövüş değil, böylesi ilişkiler kuralım. Bölgeye yönelik yaygın radyo ve TV yayını yapalım. Bunu ABD, İngiltere yapıyor da biz niye yapmıyoruz? Sadece özel yayınları kast etmiyorum, devlet yayınlarını söylüyorum.”

SABIR VE GERÇEKTEN SEVECENLİKLE YAKLAŞALIM

“Bugün Türküyle Kürdüyle birbirimizi seviyoruz. Eğer bölgede yanlış kararlar sonucu bir dışlanmışlık duygusu varsa, bu insanlar da görüyor ki, o bölgenin dışına çıkıldığında hiç böyle bir şey yok. Evleniyoruz, komşu oluyoruz, iş yapıyoruz. Bölgeye daha fazla yatırım, daha fazla iş, daha fazla eğitimle gidelim. Ama bunlara rağmen bölücü terör olacaktır. Bununla beraber yaşayacağız. Yalnız komplekse kapılmayalım, şiddeti olağanlaştırmayalım. Herkes yeterince dikkatli ve kararlı olmalı. Çünkü, caydırıcı olmazsak barış da yok. Sabır ve gerçek sevecenlikle olaya yaklaşalım.” (http://www.ntvmsnbc.com/news/425716.asp)

Vatandaşlarımızı Birbirine Düşman Etme Oyununa Dikkat!

Doğudaki komünist terör örgütü mensupları ile terör mağduru Doğulu masum vatandaşlarımızı çok iyi ayırt etmek gerekir. Doğulu masum vatandaşlarımıza daha fazla şefkat göstermek, koruyup kollamak güzel ahlakın gereğidir. Aksi, terör örgütünün istediğidir ve gafilane, hatta hainane bir hareket olur. Bu nedenle Doğulu vatandaşlarımıza karşı diğer vatandaşlarımızı düşman etmeye yönelik oynanan oyuna, yapılan provokasyona karşı dikkatli olmak gerekir. Bu oyuna gelmek, aklı başında, güzel ahlaklı hiçbir insan için düşünülemez. Bu gaflet, hıyanet ve dalalettir. Doğu insanı tüm milletimiz gibi, şefkatli, sevecen, sevgi ve saygıdan hoşlanan, dürüst, haysiyetli, misafirperver, kadir kıymet bilen, vefalı insanlardır. Terör örgütünün ve Avrupalı terör odaklarının bu büyük oyununa gelmekten şiddetle kaçınmak gerekir. Bu oynanan sinsi oyunu alaşağı edelim. Vatandaşlarımızın birbirine kin, nefret ve öfke ile yaklaşmasını, birbirlerine düşman olmasını isteyen bu odaklara karşı en etkili şamar, milletimizin birbirine dostane, sevecen ve saygılı yaklaşmasıdır.

PKK'nın Marksist-Leninist, Komünist ve Ateist Yapısının Dile Getirilmesi Neden Önemli?

PKK'nın ideolojik temellerinin doğru teşhisi ve bunun geniş kitlelere duyurulması, yapılması gereken fikri mücadelenin ilk ve en önemli adımıdır. Terör örgütünün ağırlıklı olarak propaganda faaliyetlerini sürdürdüğü Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde yaşayan gerek Türk gerekse Kürt vatandaşlarımızın Allah'a inanan, dindar insanlar olduğu göz önünde bulundurulduğunda, PKK'nın ideolojisinin deşifre edilmesinin önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Çünkü Yüce Allah'a imanın, peygamber sevgisinin, vatan aşkının olduğu yerde bölücü terör bir adım dahi ilerleyemez; geri çekilir, siner ve yok olur gider.

Ateist ve Komünist Olan Bölücü Örgütün Elebaşının Allah ve Din Hakkındaki Bazı İfadeleri (Yüce Allah'ı Tenzih Ederiz)

Aşağıdaki alıntılar, bölücü örgütün elebaşının kitaplarından alınmış, bizzat kendisine ait ifadelerdir. Bu ifadelerin tümü, bu kişinin ateist olduğunu ve İslam’ı kendi sığ materyalist anlayışıyla yorumladığını ortaya koymaktadır:

Lise dönemlerinde büyük felsefik bunalımı yaşadım. Tanrı ile savaşı verdim, bu savaştan başarı ile çıktıktan sonra yarı Tanrı oldum. (Özgür Yaşamla Diyaloglar, Ekim 2002, s. 257)

Tek tanrılı din ideolojileri, baştan sona siyaset ideolojileridir. Dini söylem, Allah, peygamber ve melek gibi kavramlar dönemin siyasi literatürüdür. (Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa, Cilt 1, Aralık 2001, s. 204)

Allah bir nevi ortaçağın feodal manifestosudur, temel yasası ve bildirgesidir. (Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa, Cilt 1, Aralık 2001, s. 313)

Namazın kendisi de genel anlamda bir tiyatrodur. (Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa, Cilt 1, Aralık 2001, s. 354)

Sayın Adnan Oktar'ın Eserlerinden Faydalanılarak Hazırlanan Terör Konulu İlanların Başlıkları

1. Komünist-Bölücü Terörün Çözümü Bataklığın Kurutulmasıdır (10.Ağustos.2006)

2. "Bölücü Terör"ün Gerçek Adı "Komünist Terör"dür (12.Eylül.2006)

3. Avrupa Materyalist Birliği (AB)'nin Karanlık Oyunlarına Dikkat! (17.Ekim.2006)

4. Türkiye Cumhuriyeti Pasifize Edilmek, Bölünmek ve Yok Edilmek İstenmektedir (1.Kasım.2006)

5. Komünizm Tehlikesi Önemsenmeli! (26.Aralık.2006)

6. Bölücü Komünist Ayaklanmaya Karşı Bilimsel Fikri Mücadele Şarttır (7.Mart.2007)

7. Komünist-Bölücü Terörün Çözümü Bataklığın Kurutulmasıdır (1.Mayıs.2007)

8. Komünist Ayaklanmaya Dikkat! (4.Mayıs.2007)

9. Komünist Ayaklanmaya Karşı Milli Seferberlık Şarttır! (4.Haziran.2007)

10. Komünist İdeoloji Her Yönden Kıskaca Alınmalıdır (6.Haziran.2007)

11. Bölücü Örgütün Gerçek Yüzü Türk Milleti'ne Anlatılmalıdır (9.Haziran.2007)

12. Doğuda Kan Döken Bölücü Örgüt, Ateist ve Komünist Bir Örgüttür (19.Haziran.2007)

13. Bölücü Örgütün Oyunlarına Dikkat! (29.Haziran.2007)

14. Bazı "Sosyalist Enternasyonal" Üyeleri Komünist Bölücü Örgütün Destekçisidir (12.Temmuz.2007)

15. Dindar Doğu İnsanı Bölücü Komünist Oyunları Bozdu! (9.Ağustos.2007)

16. "Komünizm Artık Bitti Oyunu"na Dikkat! (12.Eylül.2007)

17. Bölücü Komünist Teröre Karşı Anti-Komünist Bilinçlenme Şarttır (5.Ekim.2007)

18. Avrupa Birliği (AB)'ni Materyalizm Batağından Sadece Türkiye Kurtarabilir (10.Ekim.2007)

19. Bir Yandan Terörü Lanetlerken Bir Yandan Darwinizm'in Anlatılması Büyük Bir Gaflettir (30.Ekim.2007)

20. PKK'ya Çözüm Darwinizm'i Yıkmaktır (13.Kasım.2007)

HASAN CELAL GÜZEL, Radikal Gazetesi, 5.11.2007
“PKK, aynı zamanda Marksist-Leninist bir örgüttür. Allah'a, dine inanmayan (Yüce Allah’ı tenzih ederiz.), insanımızın bütün değerlerine uzak bir örgütün, halkın haklarını savunması düşünülebilir mi?”

HAŞMET BABAOĞLU, Vatan Gazetesi, 10.10.2007
“...Kullandığı Stalinist dil iyiden iyiye halka yabancılaşan ve artık terörün gaddar yüzünü saklayamayan PKK hiç hesap etmediği bir sosyal-siyasal dirençle karşılaştı.”

NAZLI ILICAK, Sabah Gazetesi, 11.10.2007
“PKK'nın Marksist bir örgüt olduğu, dinle diyanetle ilgisi bulunmadığı, muhafazakar yöre halkına iyice anlatılmalı.”

AHMET KEKEÇ, Star Gazetesi, 22.10.2007
“Örgüt, bildiğiniz gibi, PKK... Kürdistan İşçi Partisi gibilerden bir anlama geliyor. Çıkışı itibariyle, Marksist kökenli bir örgüt...... Evet, Stalinist bir örgüt. Lider hiyerarşisi, otokrat yapısı, kıyıcı iç disipliniyle tamamen Stalinist bir örgüt. Üstelik, bir de kan döküyor... Karakollara baskınlar düzenliyor, yollara mayınlar döşüyor, örgüte yardım ve yataklık yapmayanları ‘ihanet’ terimleriyle yargılıyor. Örgüt, önce proletaryanın iktidarını kuracak, şartlar olgulaştıktan sonra da bağımsızlık talebiyle ortaya çıkacak. Bunu da, Marksizm’den ödünç aldıkları kavramlarla, bölge halkını güya siyasete katarak, ama aslında kan dökerek yapacaklar. Resmen deli zırvası...”

AYŞE ÖNAL, Star Gazetesi, 10.10.2007
“... 20 milyon vatandaşının katilidir Stalin. İdam ettirdiği 1 milyon politik suçlu, kendi partisinin üyeleriydi.
... Son altı aydır PKK şiddeti yeniden ve kanlı bir atağa kalktı.
... PKK minyatür bir Stalin örgütüdür.”

ALPER TAN, Kanal A, 24.10.2007
“PKK, Marksist, Leninist ve ateist bir yönetim yapısına sahiptir. Kürt vatandaşlarımızın sorunlarını istismar etmekte ve kendi hedefi için kullanmaktadır. PKK bu sorunların çözümünü de katiyen istememektedir. Çünkü sorunlar çözüldüğü takdirde, PKK, kullandığı malzemeleri kaybedecektir.”

ALİ BULAÇ, Zaman Gazetesi, 7.11.2007
“... uzun vadeli bir proje çerçevesinde Türkiye'yi derinden rahatsız eden PKK ve onun İran versiyonu PJAK, 20. yüzyılın ikinci yarısında kalmış Stalinist bir örgüttür.

YASİN DOĞAN, Yeni Şafak Gazetesi, 12.10.2007
“PKK'nın kan döken, gözyaşı akıtan, günlük yaşamı çekilmez kılan, gerilimi ve huzursuzluğu arttıran eylemleri bölge insanının civanmert yapısıyla taban tabana terstir. Dini ve kültürel geleneklerine bağlı olan bir halkın, ateist ve Marksist bir örgütü desteklemesi düşünülemez; içinde insani özellikler bulunan kimse de hunharca insanların öldürülmesini olumlayamaz.”

RIDVAN ACAR, Selahaddin Eyyübi Düşünce Derneği (SER-DER) Başkanı, Vakit Gazetesi, 28.10.2007
“PKK, Marksist-Leninist bir düşüncededir. İslam'la, Müslümanlıkla bir alakaları yoktur.
... Müslüman Kürt halkı PKK'nın ne olduğunu iyi bilmektedir. Bu tür aldatmacalara, oyunlara gelmeyecektir.”

İSMAİL BERK, Yeni Asya Gazetesi, 25.10.2007
“Bölge halkı dindardır. Muhafazakardır. Adet ve gelenek bağlamında, daha tutucu ve içine kapanıktır. Marksist bir ideolojinin yıllar yılı gayretine rağmen toplumu yanına alamadığı da bir gerçektir.

İdeolojisi Marksizm olan bir siyasi hareketin ve terör örgütünün, kendine seçtiği argüman, Kürt kartıdır. Kürtler üzerinden ve Kürtlere zarar vererek siyasi bir terör hareketi teşekkül etmiştir. Şiddet merkezli Stalinist bir ceberutluktur (merhametsizliktir).

Milletin dini hassasiyetleri, ülke birliğinde olmazsa olmaz bir faktör olması; eşitlik, adalet ve muhabbet etkilerini hissettirecek eğitim, kültür ve sosyal yaklaşımları arttıracak atak adımlarla mümkün olur.

Ülkeyi sakinliğe, esenliğe kavuşturacak akl-ı selim sahibi ve muhabet merkezli, cehaletin kabaran ayranı olmaktan uzak, makul, müdebbir (tedbirli) ve teskin edici rehber fikirlere ve kendini aşmış mütehammil (dayanıklı) devlet adamlarına ihtiyaç var.”

AYHAN DEMİR, Milli Gazete, 2.11.2007
“Devlet, ...Marksist, Leninist ve ateist ideolojilerin ağına düşerek vatan haini olan gençlerimizi kazanmak için çaba sarf etmelidir. Aksi takdirde terör örgütü militanlarının tedavisinde görev almak amacıyla Kuzey Irak'a giden tıp fakültesi öğrencileriyle karşılaşmamız hiç de sürpriz olmayacaktır.”

Bölücü Örgütün Marksist-Leninist Kökeni “Kurtlar Vadisi Terör”de

Bir televizyon kanalında yayınlanan “Kurtlar Vadisi Terör” adlı dizinin ikinci bölümünde de PKK’nın Marksist-Leninist kökleri şöyle vurgulanmıştır:

“Mücadele edeceğimiz ekip, kendilerini “Serocular” olarak tanıtan, ayrılıkçı örgüt içinde yeşertilmiş, “Marksist-Leninist” ideolojiye bağlı, bu ideoloji temeliyle bağımsız bir devlet kurma amacı taşıyan ve bunu gerçekleştirmek için silahlı mücadeleyi yöntem olarak seçen bir yapılanmadır.”

Ayrıca dizide senaryo gereği polisler örgüt evine bir baskın yapmışlardır. Bu sahnede duvarda asılı duran komünist liderlerin bir arada resmedildiği bir poster dikkati çekmektedir. (üstte) Sahne, Sayın Adnan Oktar’ın ilanlarında sıkça dile getirdiği “örgüt elebaşı ve dolayısıyla üyelerinin komünist liderlere olan hayranlığı” ile paralel mantıkta hazırlanmıştır. Örgüt elebaşının ve üyelerinin komünist liderlere olan hayranlığı Sayın Adnan Oktar’ın ilanlarında elebaşının kendi sözleriyle de delillendirilmiştir.

Mao'nun Darwinist Zulmü-1


Komünizm gerçekte Avrupalı filozoflar tarafından ortaya atılmış, ilk kez Avrupalı eylemciler tarafından uygulamaya konmuş bir ideolojidir ve Avrupa'da kök salan materyalist din düşmanlığının bir sonucudur. Komünizm ilk devrimini doğuda, Rusya'da gerçekleştirdi. 20. yüzyılın ikinci yarısında ise, daha da doğuya doğru ilerledi. 1949 yılında dünyanın en kalabalık ülkesi olan Çin, Mao Tse-tung'un önderliğindeki komünist gerillalar tarafından ele geçirildi. On yıllardır Çin'in çeşitli bölgelerinde hükümet kuvvetlerine karşı gerilla savaşı yürüten Mao'nun militanları, böylece dünyanın ikinci büyük komünist devrimini gerçekleştirdiler. Bu ikinci büyük devrimin sonuçları ise aynı birincisi, yani Bolşevik devrimi gibi oldu: Cinayetler, kitle katliamları, işkenceler, kıtlıklar, yoksullaşma, yozlaşma ve kendi içine kapalı, donuk bir korku toplumu...

Çin gibi Avrupa'dan her anlamda uzak, içine kapalı bir ülkeye kadar bu ideolojinin nasıl ulaştığı ve orada nasıl kök saldığı merak edilebilir. Bu merakla yakın Çin tarihine baktığımızda ise, karşımıza tanıdık bir tablo çıkar: Çin'e komünizmin gelmesi, ateizmin gelmesiyle eş anlamlıdır. Ateizmin gelmesi ise, Darwinizm'in gelmesi demektir.

"Çin ve Charles Darwin"

Darwinizm'in 20. yüzyıl Çin tarihi üzerindeki etkisi o kadar büyüktür ki, ünlü Harvard Üniversitesi'nden tarihçi James Reeve Pusey, sırf bu konuyu ele alan China and Charles Darwin (Çin ve Charles Darwin) adlı bir kitap kaleme almıştır. Kitapta, Darwin'in Türlerin Kökeni kitabının, İngiltere'de yayınlandıktan 36 yıl sonra, 1895'te Çince'ye çevrildiği ve bu tarihten sonra Çin'deki aydınlar arasında görülmemiş bir hızla yayılarak çok büyük sosyal ve siyasi etkiler oluşturduğu anlatılmaktadır.

James Reeve Pusey, kitabında Çin'de 20. yüzyılın ilk yarısında gelişen fikir akımlarını incelemekte ve bunların Maoizm'e nasıl zemin hazırladığını anlatmaktadır. Üzerinde durduğu isimlerden biri, Liang Chi-chao'dur. Dönemin ünlü yazarlarından biri olan Liang Chi-chao, kendisini Darwinizm'e ve materyalist felsefeye kaptırmış bir fanatiktir:

Liang Chi-chao... 16 Ekim 1902 tarihli bir dergideki yazısında materyalizmin idealizme göre doğru bir felsefe olduğunu ve Darwin'in sayesinde idealizme karşı galip gelmeye başladığını yazmıştır. "Son yirmi dört yılda dünya ne kadar da muhteşem," diye yazmıştır, "evrim teorisine ait olan bir dünya, materyalizm yükselmiş ve idealizm köşeye sıkışmış durumda"... Aynı derginin 31 Ekim 1902 tarihli bir sonraki sayısında ise, Çin komünistleri için sonradan adeta bir kutsal kitap haline gelecek olan şu cümleyi kullanmaktadır: "Felsefe... yalnızca iki büyük ekolden oluşur, materyalist ekol ve idealist ekol." (James Reeve Pusey, China and Charles Darwin, s. 257)

China and Charles Darwin adlı kitapta, Darwinizm'in Çin'de materyalist, çatışmacı ve devrimci bir kültür meydana getirdiğini ve bunun Maoizm'in iktidara gelmesindeki en büyük etken olduğunu şöyle anlatmaktadır:

Darwin, Çin düşüncesinde gerçek bir yeniden doğuşun gerçekleşmesine ilham vermiş ve bunu özellikle geleneksel bazı düşünceleri ve eski otoritelerin itibarını yok ederek yapmıştır.... Ama bu dönem kısa sürmüş ve yeni bir ortodoksinin (tutuculuğun), yani Mao Tse-tung'un düşüncesinin empoze edilmesiyle kesilmiştir. Elbette bu empoze edilen fikir de, Darwinizm'e çok şey borçludur. Çünkü Darwin şiddet yoluyla değişim ve devrim kavramlarını meşrulaştırmıştır. Kuşkusuz bu, Darwin'in Çin'e yaptığı en tarihi etkilerden biridir... 3000 yıldır Çin'de isyan kavramı büyük bir günah olarak algılanmıştır. Bu güçlü günah duygusuna karşı Mao Tse-tung.... büyük bir enerjiyle ve Darwinist karşı çıkışlarla mücadele etmiştir. Sonunda Mao Tse-tung, Marxizm-Leninizm'in tek bir slogana indirilebileceğini öne sürmüştür: "İsyan etmek haklıdır".... Bu, isyanın bir doğa yasası olduğu anlamına gelmektedir ve bu ders Mao Tse-tung'a Marx tarafından değil, Sun Yat-sen ve Liang Chi-chao tarafından öğretilmiştir, onlar ise bunu Darwin'den öğrenmişlerdir. Darwin devrim kavramına haklılık kazandırmış ve dolayısıyla Liang Chi-chao'nun... ve Mao Tse-tung'un kültürel devrimlerine, yine Sun Yat-sen'in, Chiang Kai-shek'in ve Mao Tse-tung'un politik devrimlerine yardımcı olmuştur.

Marxistler sanırım bu analizden hoşlanmayacaklardır. Onlar muhtemelen, zaferlerinin kaynağının Sosyal Darwinistler olmadığını... komünist devrimde gerçekte "halk gücü"nün harekette olduğunu, bu gücün toprak ağalarının baskısı, kapitalist sömürü ve emperyalist saldırganlık tarafından üretildiğini söyleceklerdir. Ama bu güç, (komünistler dışında) daha başka güçler tarafından da kotarılabilirdi... Marxistler entelektüelleri dönüştürmüşlerdir, ama bunlar zaten daha önceden Darwinizm tarafından dönüştürülmüş kişilerdir. Eğer Marxistler Çin'deki kitleleri uyandırmış "öngörü sahibi" kişilerse, Çin'in daha önceki dönemdeki Sosyal Darwinistleri de Marxistler'i uyandıran "öngörü sahibi" kişilerdir... Soru hala gündemdedir: Çin'i Marxizm'e ve Mao Tse-tung'un düşüncesine uygun hale getirmekle, Darwin Çin'e ne yapmıştır? (James Reeve Pusey, China and Charles Darwin, s. 449-452)

Yukarıdaki analiz bize Darwinizm'in Çin komünizminin temeli olduğunu açıkça göstermektedir.

Mao Nasıl Komünist Oldu?

Mao, 1893 yılında Güney Çin'de köylü bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. Çocukluğundan itibaren hep Pekin'i görmeyi, orada yaşamayı hayal etti. 15'ini doldurduktan sonra başkentte yayınlanan gençlik dergilerini takip etmeye başladı. Özellikle, Yeni Kültür hareketinin yayınlarından biri olan Yeni Gençlik dergisini severek okuyordu. Bu dergi, Yan Fu ve Ding Wenjiang gibi Darwinist ideologların makaleleriyle doluydu.

Genç Mao hep görmek istediği Pekin'e 1918 yılında gitti. Burada, Pekin Üniversitesi'nde öğretim üyesi olan Yang Changzhi ile yakınlık kurdu. Mao'yu yetenekli bir genç olarak gören Yang Changzhi, onun üniversite kütüphanesinde işe alınmasını sağladı. Mao, kütüphanede rafları derleme, kitapların tozunu alma, odaları temizleme gibi işler yapmaya başladı. Bu sırada, daha önceden Yeni Gençlik dergisindeki makalelerini beğenerek okuduğu kütüphane müdürü Li Dazhao ile samimiyet kurdu. Li Dazhao, komünist fikirlere sahip birisiydi ve bu yüzden üniversite kütüphanesi de "kızıl salon" olarak anılır olmuştu. Çin'in komünist teorisyenleri sık sık burada toplanırlardı. Mao; Marx, Engels, Lenin gibi isimleri ilk kez burada duydu.

Ancak Mao'nun komünizmi benimsemesini sağlayan en önemli kişi, Pekin'de değil Şanghay'daki komünistlerin lideri olan Chen Duxiu olacaktı. Genç Mao, Pekin'de geçirdiği bir kaç ayın ardından Şanghay'a gitti ve Chen Duxiu ile tanıştı. Bu kişinin en önemli özelliği ise, koyu bir Darwinist olmasıydı. Hatta sırf Darwin hakkında bir üniversite tezi hazırlamıştı. Darwinizm'in Çin'deki en önemli temsilcisi sayılabilecek olan bu kişi, Mao'nun tüm yaşamındaki en büyük akıl hocası oldu. Mao, yıllar sonra, "hiç kimse beni Chen Duxiu kadar etkilememiştir" diyecekti. (Clare Hollingworth, Mao, s. 27)

Hong Kong Üniversitesi tarihçisi Clare Hollingworth, Mao adlı kitabında, Mao'nun Chen Duxiu'nun Darwinist görüşlerinden çok etkilendiğini, 1970'lerde bile hala gençlik yıllarındaki Darwin araştırmalarını nostaljiyle hatırladığını anlatmaktadır. (Clare Hollingworth, Mao, s. 26)

Mao, Chen Duxiu'dan bilimsel düzeyde Darwinist bir eğitim alırken, bir yandan da politik düzeyde dönemin Çin lideri Sun Yat Sen'den etkileniyordu. İşin ilginç yanı, modern Çin'in ve Kuomintang'ın (Milliyetçi Çin Partisi'nin) kurucusu sayılan Sun Yat Sen'in de bir Darwinist olmasıydı. Amerikalı araştırmacı Jacob Heilbrunn The New Republic'teki makalesinde, şöyle yazmaktadır:

Mao'yu belirgin bir biçimde etkileyen kişi, büyük Çin devrimcisi ve milliyetçisi Sun Yat-Sen idi. Sun, Çin'in Batılı güçleri altedebilmesi için milliyetçiliği benimsemesi gerektiğine inanıyordu ve bir politik Darwinizm doktrini savunuyordu. Sun'a göre "doğa güçleri her ne kadar yavaş çalışsalar da, büyük ırkları bile yok edebilirlerdi"... 1920'lerin başlarında Mao, Kuomintang'ın lideri olan Sun'u destekledi. Sun, kendi milliyetçi partisi (Kuomintang) ile komünistler arasında bir ittifak oluşturdu ve hatta Mao bir süre Kuomintang'ın propaganda dairesini yönetti. (Jacob Heilbrunn, "Mao More Than Ever", The New Republic, April 21, 1997)

Darwin'in ve Marx'ın fikirleriyle beyni yıkanan Mao, 1920 yılından itibaren ateşli bir komünist olarak sahneye çıktı. Kendisi gibi düşünen 11 arkadaşıyla, 1921 yılında Şanghay'da Çin Komünist Partisi'ni kurdu. Bu tarihten sonra, çeşitli ittifaklar, çatışmalar, gerilla savaşları ve propaganda yöntemleri kullanarak komünist partiyi güçlendirecekti. Mao'nun önderliğindeki komünistler, bir süre Milliyetçi Parti ile işbirliği yaptılar. 1920'lerin ikinci yarısında ise iki taraf birbirine düşman oldu. Mao'nun militanları, Çin'in güneyindeki Jiangxi eyaletine yerleştiler ve burada "kurtarılmış bölge" adını verdikleri ve merkezi otoritenin yönetimi dışında kalan bir düzen kurdular. İki taraf arasındaki çatışmalar yıllar boyu sürdü. II. Dünya Savaşı'nın ardından komünistlerin "kurtarılmış bölgeleri" giderek büyüdü ve neredeyse tüm Çin'i kaplamaya başladı. 1949 yılında ise Mao'nun komünistleri başkent Pekin'i ele geçirdiler ve "Çin Halk Cumhuriyeti"ni ilan ettiler.

1917'deki Bolşevik Devrimi'nden sonra, dünya ikinci kez bir komünist devrime şahit oluyordu. Bu ikinci devrimin sonuçları ise, en az birincisi kadar kanlı oldu.

"Büyük Atılım" ve Büyük Kıtlık

Mao, 1949 yılına kadar uzun bir gerilla savaşı yürütmüş ve büyük şehirlerde hakim olan merkezi yönetime karşı kırlarda ve dağlarda örgütlenmişti. Bunu başarmak için köylülerle iyi ilişkiler kurmak zorundaydı ve nitekim öyle yaptı. Mao, köylülere toprak ve özgürlük vaat etti, komünist Çin kurulduğunda büyük bir refah ve mutluluk bulacaklarına söz verdi. Bu vaade inanan köylüler de onu ve gerillalarını destekledi.

Ama Mao iktidara geldikten sonra herşey çok değişti. Devrimden sonraki ilk yıllarda Mao tüm Çin'e hakim olma ve komünist otoriteyi her bölgede kurmakla uğraştı.

Bu arada kişi "sınıf düşmanı" olmak suçuyla tutuklandı ve halka açık idam gösterileriyle asıldı. Mao, 1950'lerin ortalarında ise Stalin'in Sovyetler Birliği'nde uyguladığı kollektivizasyona benzer bir girişim tasarlamaya başladı. 1958 yılında bu girişim uygulamaya kondu. Mao, projesine "Büyük Atılım" adını vermişti. Ama proje Çin halkına sadece büyük bir kıtlık ve işkence getirdi.

Büyük Atılım, tüm Çin'in tarımsal ve endüstriyel üretimini katlamak sloganıyla başlatılmıştı. İşçilerin çalışma saatleri artırıldı ve makineler hiç durmayacak şekilde çalıştırılmaya başlandı. Ama tamir ve bakım için bile durdurulmasına izin verilmeyen makineler kısa süre sonra bozulmaya ve devre dışı kalmaya başladılar.

Asıl akılsızlık ve facia ise tarımda yaşandı. "Özel mülkiyeti kaldırarak üretimi artırma" adı altında, tüm köylüler tarlalarını kooperatifleştirmeye zorlandılar. Stalin Rusyası'nda yaşanan silahlı zoralımlar tekrar edildi. Dahası, Çin'in bazı bölgelerindeki köylüler, kollektivizasyona gönüllü davranmadıkları için Mao tarafından cezalandırıldılar. Ceza, bu insanların aç bırakılarak ölüme mahkum edilmesiydi.

Büyük Atılım, kısa zaman içinde büyük bir kıtlığa dönüştü. Bu, Stalin'in Ukrayna'daki yapay kıtlığı gibi, insan yapımı bir kıtlıktı. Komünizmin Kara Kitabı'nda Büyük Atılım dönemi Çin manzaraları şöyle anlatılıyor:

Açlığın siyasi kaynaklı oluşu, yüksek ölüm oranlarının köktenci Maocular tarafından yönetilen taşra bölgelerinde yoğunlaşmasıyla kanıtlanmıştır, oysa buraları olağan zamanlarda tahıl ihracatçısı bölgelerdi... Henan'daki eylemciler, tıpkı Mao gibi, tüm zorlukların köylülerin tahılı saklamasından kaynaklandığına inanmıştı: Ülkenin ilk halk komününün kurulduğu Xinyang'ın (10 milyon nüfuslu) vilayet sekreterine göre "Sebep gıda eksikliği değildi. Bol miktarda tahıl vardı, ama burada yaşayanların yüzde 90'ında ideolojik sorunlar bulunuyordu. Köylülerin tümüne karşı 1959 Sonbaharı'nda askeri türde şiddetli bir saldırı başlatıldı; bunun sorumluları, Japon karşıtı gerilla hareketinin yöntemlerini kullanıyordu. En azından 10.000 köylü hapsedildi; bunların birçoğu o sırada açlıktan ölecekti. Bütün özel şahıs mutfaklarındaki araç gereçlerin (kullanılmış çelik haline dönüştürülmemişlerin), tüm öz tüketimi ve kooperatif ürünlerini yürütme arzusunu yasaklayacak biçimde, parçalanması için emir verildi. Sert kış yaklaşırken, her türlü ateş yakma da yasaklandı!Baskı eylemleri dehşet vericiydi:

Tutukluya sistemli işkenceler ve öldürülen çocukların haşlandıktan sonra tarlalarda gübre olarak kullanılması. Oysa bu sırada, ulusal bir kampanya "Henan'dan ders alınması" için propaganda yapıyordu. "Kızıl bayrağın ölüm oranı yüzde 99 olsa bile gönderde tutulacağının" ilan edildiği Anhui'deki kadrolar, canlı canlı toprağa gömme ve kızgın demirle işkence gibi eski iyi geleneklere döndüler. (Komünizmin Kara Kitabı, s. 645-646)

Mao, "köylü sosyalizmi" sloganıyla ortaya çıkmış, iktidara gelene kadar Çinli köylülere hep toprak, aş ve korunma vaat etmişti. Ama Mao'nun iktidarı, köylülere modern tarihte eşine rastlanmayacak acılar ve işkenceler çektirdi:


Olaylar, gerçek bir köylü karşıtı savaşa dönüştü... Bazı köylerde açlıktan kaynaklanan ölümlerin oranı yüzde 50'yi geçiyordu; bazen sadece yönetim kadroları güçlerini kötüye kullanarak yaşama fırsatı elde ediyordu. Ve aynı Henan'daki gibi, özellikle de çocukların yenilmek üzere değiş tokuş edildiği "ortak mezarlar"da yamyamlık olayları çok sayıdaydı (63'ü resmen doğrulanmıştır)...

Ülkenin tümünde ölüm oranı 1957'de yüzde 1.1'den, 1959 ve 1961'de yüzde 1.5'e, özellikle de 1960'ta yüzde 2.9'a sıçradı. 1957'de yüzde 3.3 olan doğum oranı, 1961'de yüzde 1.8'e düştü. Doğum açıklarını (muhtemelen 33 milyon, bazıları basitçe gecikmiş doğumlardı) hesaba katmazsak, kıtlığın sonucu yüksek ölüm oranına bağlı kayıplar 1959'dan 1961'e dek 20 ile 43 milyon kişi arasındadır. Burada, öyle görünüyor ki Çin'in tarihindeki -kuşkusuz dünya tarihinin de- en ciddi açlığı söz konusudur. (Komünizmin Kara Kitabı, s. 646-647)

Büyük Atılım sırasında bir Çin köyünün yakınından geçen bir Batılı gözlemcinin notları, Maocu zihniyetin zalim ve alçak yüzünü tarif etmektedir:

Köyün tam yanından geçiyorduk. Güneşin göz kamaştırıcı ışınları, kerpiç duvarların arasında biten zümrüt yeşili yaban otlarını aydınlatıyor, böylece çevredeki bakımlı pirinç tarlalarıyla kontrast oluşturarak manzaranın perişanlığını pekiştiriyordu. Yabani otların arasından, bana bir ziyafet sırasında anlatılmış olan olay birden gözlerimin önünde canlandı (aynen böyle): ailelerin çocuklarını yemek üzere birbirleriyle değiş tokuş ediş sahnesi. Kendi çocukları karşılığında aldıkları çocukların etini çiğneyen anne babaların kederli yüzlerini açıkça gördüm. Köyün yakınında bulunan tarlalarda kelebek avlayan yumurcaklar, bana sanki ebeveynleri tarafından mideye indirilen çocukların dünyaya yeniden doğuşu gibi geliyordu. İçim onlara karşı merhametle doluyordu. Ama anne babalarına çok daha fazla acıyordum. Başka ebeveynlerin gözyaşları ve acıları arasında, karabasanlarında bile tatmak zorunda kalacaklarını hayallerinden geçirmedikleri bu insan etini yutmaya onları kim zorlamıştı? Bu sırada, 'insanlığın birkaç yüzyıldır, Çin'in ise bin yıllardır sadece bir tane ürettiği' bu celladın kim olduğunu anladım: Mao Tse-Tung. Mao Tse-Tung ve müritleri, yöntemleri ve caniyane siyasetleriyle, açlıktan çılgına dönen anne babaları; açlıklarını gidermek için kendi canlarından kopan etleri başka ebeveynlere, açlıklarını gidermeleri için onların canlarından kopan etler karşılığında vermeye zorlamışlardı. Mao Tse-Tung, demokrasiyi katlederek işlediği cinayeti temize çıkarmak için 'Büyük Sıçrama'yı ortaya atmış ve açlıktan şaşkına dönmüş, yüz köylüyü ve eski yoldaşlarını çapalarla tepelemeye; böylece kendi canlarını, çocukluk arkadaşlarının eti ve kanıyla kurtarmaya mecbur etmişti. Hayır, cellat olan onlar değildi; cellatlar basbayağı Mao Tse-Tung ve ortaklarıydı. (Komünizmin Kara Kitabı, s. 649)

Mao'nun Kıtlığında "Evrimci Bilim" Etkisi

Mao'nun Büyük Atılım politikası sonucunda 1958-61 yılları arasında Çin genelinde yaşanan kıtlık, tarihin en büyük ve en ölümcül kıtlığı olarak kabul edilir. Kıtlık sonucunda ölen insan sayısının 40 milyon kadar olduğu tahmin edilmektedir. Bu, o dönemdeki nüfusa göre, tüm Türkiye nüfusunun ölmesi kadar korkunç bir felakettir.

Peki felaketin nedeni nedir? Üstte değindiğimiz gibi Mao'nun militanları köylüleri kollektivizasyona zorlamışlar, 100 ila 300 köylü aileden oluşan kalabalık "komünler" kurmuşlar, bu da tarımsal verimi çok düşürmüştür. Bazı bölgelerdeki köylüler ise Maocu yönetim tarafından cezalandırılmış, kasten aç bırakılmışlardır.

Ancak bütün bunlar, 40 milyon insanın nasıl öldüğünü açıklamaya yetmez. Nitekim bu büyük felaketin bir başka önemli nedeni daha vardır: Mao, 1930'lu ve 40'lı yıllarda Sovyetler Birliği'nde uygulanan "Lysenko modelini" Çin tarımına adapte etmeye kalkmış, Lysenko'nun denemelerini zorla köylülere uygulatmış ve bunun sonucunda tarımsal ürünlerinde büyük zayiatlar olmuştur.

Stalin dönemindeki "proleterya bilimi" safsatasının bir sonucu olarak, Sovyet biyolojisi koyu bir evrimci olan Trofim Lysenko'ya emanet edilmişti. Lysenko, genetik bilimini reddediyor ve bunun yerine Darwin'in öncüsü Lamarck tarafından ortaya atılan "kazanılmış özelliklerin sonraki nesillere aktarılması" teorisine inanıyordu. Lysenko'nun hurafesinin Sovyet tarımına uygulanması, büyük kayıplara yol açmıştı.

Ancak Mao, Stalin dönemindeki bu faciadan ders almadı. Aksine, gençliğinden itibaren koyu bir Darwinizm eğitimiyle yetişen Mao ve kurmayları, "proleterya bilimi"ne inanmaya devam ettiler ve evrim teorisinin gereklerine göre bilimi çarpıtmayı sürdürdüler. Büyük Atılım sırasında Lysenko modeli aynen taklit edildi ve Çin köylüleri "evrimci bilim"e göre tarım yapmaya zorlandı.

South China Morning Post gazetesinin Pekin büro şefi Jasper Becker, Hungry Ghosts: Mao's Secret Famine (Aç Hayaletler: Mao'nun Gizli Kıtlığı) adlı kitabında, Büyük Atılım sırasında uygulamaya konan Lysenkocu tarım girişimlerini detaylı olarak anlatır. Becker'in bildirdiğine göre, her biri ayrı bir felaketle sonuçlanan bu uygulamalar şöyledir:

Yakın Ekim: Lysenko, bitki tohumlarının etraflarındaki doğal şartlara uyum sağlayarak evrimleştiklerini öne sürmüş ve tohumları birbirine çok yakın olarak toprağa ekmek suretiyle, aralarında "sosyalist dayanışma" sağlanacağını iddia etmişti. Maocular bu hurafeyi uygulamaya geçirdiler. O zamana dek Güney Çin'deki tarlalarda bir dönüm araziye ortalama 1.5 milyon tohum ekilirdi. Komünistler 1958 yılında bu rakamın 6-7 milyon tohuma çıkmasını emrettiler. 1959'da rakamı daha da artırdılar ve 12-15 milyon tohum ekilmesi emrini verdiler. Bunun sonucunda ekilen tohumların çok büyük bir bölümü ziyan oldu ve tarımsal üretimde çok büyük bir düşüş yaşandı. (Jasper Becker, Hungry Ghosts: Mao's Secret Famine, New York: The Free Press, 1996. s. 72-73)

Derin Çapalama: Lysenko'nun yardımcılarından biri olan Teventy Maltsev, tarlalar daha derin çapalandığında, bitkilerin köklerinin de daha derinde gelişeceğini iddia etmişti. Bu Lamarckçı iddia da Çinli komünistler tarafından benimsendi ve uygulandı. Büyük Atılım sırasında Çinli köylülere tarlalarını 1.5 metre derinliğe kadar çapalamaları emredildi. Zorla yaptırılan bu uygulama neticesinde on milyonlarca köylü aylarca çapalama yapmak zorunda kaldı. Sonuç yine büyük bir üretim kaybı ve kıtlıktı. (Jasper Becker, Hungry Ghosts: Mao's Secret Famine, s. 73-74)

Serçe Katliamı: Mao, tarımsal ürünlere zarar veren hayvanların soyunun tüketilmesi için bir kampanya başlattı. Bu kampanyanın en büyük hedefi serçelerdi. Tüm Çin'de serçeleri avlamak ve öldürmek için özel yöntemler kullanılmaya başlandı. Ancak bunun sonucunda serçelerin yediği böceklerin sayısında patlama yaşandı ve bunlar tarımsal ürünlere serçelerden çok daha fazla zarar verdiler. (Jasper Becker, Hungry Ghosts: Mao's Secret Famine, s. 76)

Gübresiz Tarım: Lysenko'nun önerilerine uyarak, Çin komünistleri kimyasal gübrelerin kullanımına son verdiler. (Tohumların gübresiz kaldıklarında, bu yeni duruma uyum gösterecek şekilde "evrimleşecekleri" ve böylece gübre kullanmadan da aynı verimin sağlanacağı düşünülüyordu.) Bu deneme de tarımsal verimi büyük ölçüde düşürdü. (Jasper Becker, Hungry Ghosts: Mao's Secret Famine, s. 75)

Lysenko'nun evrimci hurafelerine dayanan tüm bu uygulamalar, tarihin en büyük kıtlığına sebep oldu. Ama milyonlarca insan açlıktan can çekişerek ölürken, hiç kimse rejimi ve oluşturduğu felaketi eleştirmeye cesaret edemiyordu. Bir tek Savunma Bakanı General Peng Dehuai, Mao'ya bir mektup yazarak kıtlığın felaketini anlatmaya kalkmış, ama bunun sonucunda "sağcı" olmakla suçlanarak tasfiye edilmişti. Kıtlık sırasında resmi raporların hepsinde "tarımsal üretimde çok parlak sonuçlar elde edildiği" yalanı yazılıyordu. Dahası, Çin bu yalana dünyayı inandırabilmek için büyük miktarlarda tahıl ihraç ediyordu. Bazı bölgelerde halk açlıktan ölürken, tahıl ve pirinçler büyük ambarlarda saklanıyor, sonra da ihraç için merkezlere gönderiliyordu. (Jasper Becker, Hungry Ghosts: Mao's Secret Famine, s. 92 )

Aynı tarım politikası daha sonra Kamboçya ve Kuzey Kore gibi komünist ülkelerde de uygulandı ve yine aynı sonucu verdi: Büyük bir verimsizlik, kıtlık ve toplu ölümler. Komünistler, olağanüstü bir akılsızlık, körlük ve şuursuzluk içinde Lysenko'nun ve Stalin'in uydurduğu "komünist tarım atılımı"nı körü körüne uyguladılar. Çünkü inandıkları materyalist felsefenin temeli olan evrim teorisi, bunu gerektiriyordu. Tüm bunlar Mao'nun yaptığı insanlıkdışı uygulamaların küçük bir bölümüydü. Asıl büyük katliamlar, toplu ölümler Kültür Devrimiyle birlikte başladı.

Sahte Bir Din: Darwinizm


Darwinizm'in tarihini incelediğimizde karşımıza çıkan çok açık gerçekler vardır:

*Darwinizm bilimsel olarak ispat edilmemiş, tam tersine bilimsel delillerle yalanlanmıştır.

*İşte bu nedenle Darwinizm sahtekarlıkla ayakta tutulmaya çalışılmıştır.

*Darwinist sahtekarlıklar Darwinist bilim adamları tarafından görmezden gelinmiştir.

*Sahte fosiller, sahte oldukları deşifre edildikten sonra bile yıllarca müzelerde evrim delili olarak sergilenmiştir.

*Darwinist bilim adamları, sahtekarlıkların gerçek yüzünü bilmelerine rağmen, öğrencilerine tüm bunları evrimi ispat eden bilimsel delil gibi okutmuşlardır.

*Darwinizm'i yalanlayan, yaratılışı ispat eden bilimsel gerçekler Darwinist bilim adamları tarafından gizlenmeye çalışılmıştır. Fosillerin saklanması bunun en büyük delilidir.

*Darwinizm kitlelere insanın yalnızca bir hayvan olduğu mesajını vermeye çalışmış, bunun için sahte embriyo çizimleri yapmakta sakınca görmemiştir.

*Darwinizm, canlıları üstün bir Yaratıcı'nın yarattığı gerçeğini reddedebilmek için tesadüflerin sözde mucizeler meydana getirdiğine insanları inandırmaya çalışmıştır. (Allah'ı tenzih ederiz.)

Peki sahtekarlığa kadar giden bu şaşırtıcı gayretin sebebi nedir? Acaba Darwinistler bilimsel gerçeklerin sunduğu doğruları kabul etmek ve Darwinizm'den vazgeçmek yerine neden böyle zor bir yola girmişlerdir? Bilimsel olarak evrim teorisinin delillendirilemediği açık bir gerçek olmasına rağmen, acaba neden bu teoriye doğrulanmış izlenimi vermeye çalışmakta ve neden propaganda, sahtekarlık ve aldatmacalara bu kadar zaman ve emek harcamaktadırlar? Darwinist bilim adamları küçük duruma düşeceklerini, sahtekar bilineceklerini bile bile acaba neden ısrarla evrim uğruna yalanlar üretmiş ve bunları okullarda okutmuşlardır?

Tüm bunların tek bir cevabı vardır: Darwinizm bilim değildir. Darwinizm sapkın bir dindir. Boş ve batıl bir inanç sistemidir. Sahtekarlık üzerine kurulu bir ideolojidir. Darwinistlerin, tüm bu gayretinin sebebi de bu sapkın dine olan körü körüne bağlılıkları ve batıl inançlarını var güçleriyle ayakta tutma arzusudur. Darwinistlere göre bunun için gereken her şey yapılmalıdır. Eğer bu batıl din terk edilirse, Darwinistler, tüm varlıkları Allah'ın yarattığı gerçeğini kabul edecekler ve sahte dinlerini terk etmiş olacaklardır. Bu durum, çarpık Darwinist beyinler için asla kabul edilemezdir. Oysa Allah'ın varlığına ve birliğine iman ve Allah sevgisi insanlar için büyük bir sevinç vesilesidir. Allah'a iman kişinin aklını ve kavrama gücünü kat kat arttıran, ruhunu müthiş derinleştiren büyük bir nimettir. Darwinistlerin kendi düşük akıllarınca Allah'ın apaçık olan varlığını inkar etmek için başvurdukları yöntemler ise onları yalnızca zavallılığa, amaçsızlığa, sahtekarlığa ve mantıksızlığa sürüklemektedir.

İşte 150 yıldır Darwinizm adına süregelen yalanların, sahte fosillerin, sahte çizimlerin, yapıştırma kelebek fotoğraflarının, sahte embriyo şemalarının, bilimsel değeri olmayan sahte rekonstrüksiyonların, 70 yıl boyunca gizlenen Kambriyen canlılarının, 40 yıl boyunca sergilenen sahte kafataslarının, bazı okul kitaplarında yerini hala koruyan sahtekarlıkların kökeni budur. Batıl evrim dininin bağlıları, bu sahte dini yaşatmak için bilimi değil sahtekarlığı kullanmayı tercih ederler. Darwinist bilim adamları arasında, sessiz ama büyük bir ittifakla bu sahtekarlık sürdürülmektedir. Fransız biyolog Darwinist Pierre Paul Grasse, bu gerçeği şu şekilde itiraf etmektedir:

Bu aldatmaca bazen bilinçsiz olarak gerçekleşir, ama her zaman değil. Çünkü bazı insanlar, mezhepçiliklerinden dolayı, kasıtlı olarak gerçekleri görmezden gelirler ve kendi inançlarının yetersizliği ve yanlışlığı bilgisini reddederler.

Darwinist Pierre Paul Grasse'nin bu itirafı Darwinist çevreler arasında olup biten bir gizli anlaşmayı ifade eder niteliktedir. Deccal sistemine göre Darwinizm hiçbir şekilde reddedilemeyeceği için, sahtekarlıklara, aldatmacalara ve yalana göz yumulmalıdır.

Darwinistler, kimi zaman Darwinizm'i din olarak benimsedikleri gerçeğini de itiraf ederler. Buna verilebilecek birkaç örnek şöyledir (Allah'ı tenzih ederiz):

"Bir kişi, ancak o görüş ateizmden ayırt edilemezse, evrimle uyuşan bir dini görüşe sahip olabilir." Evrim biyoloğu ve genetikçi ateist Will Provine.

"Evrim ... ateistlerin kendi varlıklarını korumalarına yardımcı olur ve onların yaratıcısız bir evrim 'dini' ile uyum içindedir." Evrim biyoloğu ateist Richard Dawkins.

"Aslında evrim bir bakıma bilimsel din haline geldi. Neredeyse bütün bilim adamları bunu kabul ediyorlar ve bunların pek çoğu kendi gözlemlerini buna uydurma 'eğilimi' içinde olmaya hazırlar."109 Manchester Üniversitesi Fizik profesörü Darwinist H. S. Lipson.

"Benim 40 yıldan fazla bir zamandır devam eden evrimi deney ile gösterme girişimlerim tam anlamıyla başarısızlıkla sonuçlandı... Evrim fikri yalnızca inanca dayanmaktadır!" Tüm kariyerini canlılar arasında sözde yapay olarak evrimleşme gerçekleştirebilmek için harcayan Lund Üniversitesi'nden tanınmış bilim adamı Heribert Nilsson.

"Doğal seleksiyon kanunları, iddia ediyorum ki, bilim değildir. Bu bir ideolojidir, üstelik kötü bir ideolojidir ve bizim yaşamın tarihini açıklıkla anlayabilme yeteneğimizin önüne geçer. Tıpkı birbirimize tolerans ile bakma yeteneğimizin önüne geçtiği gibi." İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü'nden yer bilimleri uzmanı Darwinist Kenneth Hsü.

"Beni bunun şahidi, bu konunun avukatı gibi görseler ve bana şunu sorsalar 'Dr. Dawkins, evrime olan inancınız, evrim üzerine çalışmalarınız sizi ateizme mi döndürdü?' diye. Buna 'evet' demek zorunda kalırım. ... Benim gibi insanlar evrim lobisi için kötü haber gibidirler. Oysa ben bu konuda, bu alanda konuşan kişilerin hepsinden çok daha açık sözlüyüm." Richard Dawkins.

Dünyaca tanınmış Darwinistlerin bu itirafları, kuşkusuz önemli bir gerçeğe işaret etmektedir. Darwinistler, savundukları ideolojinin bir yalan olduğunu bile bile, ortak, sessiz bir dil kullanarak, bu sahtekarlığı hep beraber devam ettirmektedirler. Zaman zaman yaptıkları itiraf niteliğindeki açıklamalar da, batıl Darwinizm dinine bağlılıkları açısından bir şey değiştirmemekte, bu sistem, 150 yıldır olduğu gibi aynı şekilde devam etmektedir. Kasıtlı yapılmış sahtekarlıkların arkası kesilmemekte, batıl Darwinizm dinini canlı tutmayı amaçlayan bu yalanlar sona ermemektedir.

1998 yılında ölen ve tüm yaşantısını bu sahte teorinin tarafgirliğini yaparak geçirmiş olan İngiltere Doğa Tarih Müzesinin kıdemli paleontoloğu Colin Patterson'un aşağıdaki itirafı, Darwinistlerin içinde bulunduğu aldatmacayı görebilmek açısından düşündürücüdür.

0n yıldan fazla bir zamandır, evrim üzerine çalışma yaptığımı düşündüm... (Ama) Bununla ilgili tek bir şey bile bilmiyordum... Son birkaç hafta boyunca çeşitli insanlara ve çeşitli gruplara basit bir soru yöneltmeyi denedim. Soru şuydu: 'Evrim hakkında doğru olan bildiğiniz bir şey, herhangi bir şey söyleyebilirmisiniz?' Bu soruyu Field Doğa Tarih Müzesi'nin jeoloji personeline de sordum ve aldığım tek cevap derin bir sessizlikti. Aynı soruyu, evrimin en prestijli kesimi olan Chicago Üniversitesi Evolutionary Morphology Seminar'ın (Evrimsel Morfoloji Semineri) üyelerine de sordum ve aldığım cevap yine uzun bir sessizlikti. Sonunda aralarından biri şu cevabı verdi: "Evet ben bir şey biliyorum - bunun liselerde okutulmaması gerekiyor."

Colin Patterson'un bu itirafı, Darwinistlerin açıkça bildikleri bir gerçeği yaşamları boyunca saklamakta ve bir yalanın peşinden gitmekte hiçbir sakınca görmediklerini açıkça ortaya koymaktadır. Evrim teorisinin bir yalan olduğu aslında tüm bilim çevreleri tarafından bilinmektedir. Evrimin, beyinleri yıkamak amacıyla okullarda okutulmaya devam ettiğinin, evrim hakkında çıkan tüm haberlerin aldatmaca olduğunun, yapılan konferansların, çıkan kitapların, evrim yanlısı sayısız derginin aslında propaganda amacını taşıdığının hepsi farkındadır. Darwinistlerin her biri, doğa tarihi müzelerinde sergilenen fosillerin evrime hiçbir delil sunmadığını bilmektedirler. "Evrime yeni bir delil bulundu" haberlerinin uydurma, dergilerde ve gazetelerde çıkan evrim çizimlerinin ise sahte olduğunun farkındadırlar. Ama tüm bunlardan habersizmiş gibi davranırlar. Birbirlerine bu sahtekarlıkları anlatırken akademik konuşmalar yapıyor görünümü vermeye çalışırlar. Ama aslında hepsi, uydurma ve sahte bir ideolojinin destekçiliğini yaptıklarını bilmektedirler.

Bütün bunların sebebi, evrimin bir inanç sistemi, sapkın bir din olmasıdır. Evrimin bilimsellikle ilgisi yoktur. Darwinizm, deccalin savaşının bir gereği olarak savunulmaktadır. Darwinizm'i savunan tüm bilim adamları, aslında farkında olmaksızın deccalin idaresindedirler.

Florida State Üniversitesi'nden felsefe profesörü Darwinist Michael Ruse, batıl Darwinizm dinini şöyle tanımlar:

Evrim, savunucuları tarafından bir bilim olmaktan çok daha ötesi olarak desteklendi. Evrim bir ideoloji, seküler bir din olarak ilan edildi - anlam ve ahlak olarak Hıristiyanlığa alternatif olan mükellef bir din olarak... Evrim bir dindir. Bu başlangıçtaki evrimde de bu şekildedir ve bugünkü evrimde de hala bu şekildedir.

Amerikalı astronom, fizikçi ve kozmolog Robert Jastrow ise, Darwinistlerin körükörüne Darwinizm'e bağlı olmaları hakkında şunları söylemektedir:

Belki de yeryüzündeki yaşamın ortaya çıkışı bir mucizedir. Bilim adamları bu görüşü kabul etme isteğindedirler, ama seçenekleri kısıtlıdır. Ya yaşam, bilimsel anlayışın dışında bir varlığın isteği ile yeryüzünde yaratılmıştır ya da bizim gezegenimiz üzerindeki cansız maddelerde meydana gelen kimyasal reaksiyonlar yoluyla kendi kendine meydana gelmiştir.

Birinci düşünce hayatın kökeni konusunu bilimsel araştırmaların ötesine yöneltir. Bu, bilim kanunlarından münezzeh olan Yüce Varlık'ın gücüne olan inancın ifadesidir. İkinci teori de bir inanç hareketidir. Bu inanç hareketi ise yaşamın kökeninin bilimsel görüşünün doğru olduğu üzerine kuruludur. Fakat bu inancı destekleyecek hiçbir somut delil olmadan.

Robert Jastrow'un bu satırlarda dile getirdiği gibi Darwinizm bir inanç olarak kabul görmektedir, ama bu batıl bir inançtır ve bilimsel hiçbir bulguyla desteklenmemektedir. Darwinizm'i; bilimsel görüşün ortaya koyduğu tek seçenek, yaratılış gerçeğini ise bilimin ötesinde bir inanış olarak görmek ise materyalist düşünce yapısının bir yanılgısı ve yalanıdır. Bilimin gösterdiği gerçek yaratılıştır. Canlılığın üstün ve kudret sahibi bir Aklın, yani Yüce Allah'ın eseri olduğu bilimsel bulgularla bir kez daha teyit edilmiştir. Darwinizm'in iddiaları ise bilimin tüm dalları tarafından yalanlanmıştır. Dolayısıyla bilime inanan bir kimsenin Darwinizm'i savunması gerektiği düşüncesi gerçeklerle bağdaşmayan ciddi bir yanılgıdır.

Darwinizm'in bir bilim değil, batıl bir din olduğunun bilinmesi ve anlaşılması kuşkusuz çok önemlidir. Böylece, öncelikle Darwinizm'in dünyayı aldatmasının ideolojik bir sebebi olduğu anlaşılır. Teorinin ortaya atılışından bu yana Darwinizm adına yapılmış her çalışma, bu yönde atılmış her adım, aldatılan her insan, Darwinizm ideolojisinin bir parçası olmuştur. Darwinizm'in ders kitaplarında yer alması, tüm dünyaya yayılması, neredeyse tüm bilimsel dergilerin, gazetelerin ve televizyon programlarının tek konusu olması herhangi bir olay değildir. Bu durum aslında son derece tehlikelidir. İnsanlar, bu batıl dinin etkisiyle birbirlerini adeta hayvan gibi görmekte, güçlünün zayıfı ezmesini kendilerince makul karşılamakta, insanı Allah'a karşı hiçbir sorumluluğu olmayan, tesadüfen oluşmuş bir varlık olarak algılamaya başlamaktadırlar. Batıl Darwinizm dininin etkisiyle ortaya çıkan savaşlar, işgaller, çatışmalar; komünizm, kapitalizm, faşizm gibi çarpık ideolojiler; dünyanın pek çok ülkesinde halen devam eden anarşi ve terör bu tehlikenin boyutlarını açıkça göstermektedir.

Unutmamak gerekir ki, Darwinizm'in sürekli telkin edilmesi ve tüm dünyada etkin kılınmaya çalışılması, Allah inancına karşı yürütülen bir mücadeledir. Bu sapkın ideoloji insanı Allah'a karşı tüm sorumluluklardan uzaklaştırmak ve ahireti unutturmak amacını taşımaktadır. Kendince Allah'a karşı sorumsuz olduğunu zanneden ve ahirete inanmayan bir insanın da kuşkusuz ki başkalarına zulmetmesi, diğerlerini acımasızca ezmesi, güçlü olmak için her türlü kötülüğü kendi aklınca meşru sayması, bencil olması, çatışmayı ilerlemenin yolu olarak gördüğü için savaşları teşvik etmesi, kitleleri yok etmesi, farklı etnik kökenlere karşı soykırım uygulaması şaşırtıcı değildir. Bugün henüz lise çağındaki gençler bile, ellerine silah alarak yaptıkları okul baskınlarında, onlarca kişiyi kurşuna dizerken, Darwinist mantığın zihinlerini nasıl zehirlediğini açıklamakta sakınca görmemektedirler. Karşılarındakini "elenmesi" gereken bir hayvan olarak gördüklerini saklamamaktadırlar. Batıl Darwinizm dini, işte böyle dehşetli ve tahrip edici bir inançtır.

Dolayısıyla batıl Darwinizm dinini ve Darwinizm'in dünyayı aldatışını incelerken, bu gerçekleri unutmamak gerekmektedir. Darwinistlerin dünyayı aldatırken kullandıkları sinsi yöntemlerin bilimsellikle, kanıtlanması gereken herhangi bir bilimsel teori ile ilgisi olmadığını dikkate almak gerekmektedir. Batıl Darwinizm dininin, nüfus planlaması için açlık, hastalık ve savaşların gerekliliğini savunan Malthus'un fikirlerinden etkilenerek şekil aldığını, tüm hasta ve sakatların öldürülmesini öngören öjeni fikrinin temeli olduğunu, kitleleri ölüme sürükleyen faşist ve komünist diktatörlerin temel dayanağını oluşturduğunu, I. ve II. Dünya Savaşları'nda on milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine neden olduğunu ve şu anda tüm dünyada ve özellikle ülkemizde süregelen terör belasının beslendiği tek kaynak olduğunu unutmamak gerekmektedir. Bugün dünyada var olan tüm kargaşaların, din ahlakına karşı yürütülen eylemlerin, komünist ve faşist akımların, saldırı, katliam ve terör olaylarının da çıkış noktasının aynı mantık olduğu sürekli akılda tutulmalıdır. Darwinizm, bilimsellik adıyla ortaya çıkmış masum bir teori değil; kitleleri dejenerasyona, dinsizliğe, sorumsuzluğa, savaşlara, öfke ve şiddete sürükleyen çağımızın en büyük belalarından biridir.

Batıl Darwinizm dininin savunucuları her ne kadar sahtekarlık üzerine bir yayılma politikası izlerlerse izlesinler, Allah'ın üstün kudretine karşı mücadele içinde olan herkes, mutlaka deşifre olacak ve yenilgiye uğrayacaktır. ?u anda da Darwinistler, Darwinizm'in bu tarihi yıkılışına tanıklık etmekte ve bu durumu esefle seyretmektedirler. Darwinistler, tüm gücün Allah'a ait olduğunu, tüm tuzaklarının mutlaka bozulup yok olacağını tam olarak kavrayamamış olabilirler, ancak Hakka karşı kurulmuş her batıl tuzak, mutlaka yerle bir olmaya mahkumdur.