1 Nisan 2010 Perşembe

Siyonizm ve Irkçılık


Günümüzde ırkçılık kavramına yabancı olan, bu kavramın ne anlama geldiğini ve yol açabileceği kötü sonuçları bilmeyen insan sayısı oldukça azdır. Buna rağmen, ırkçı düşünce, varlığını gerek siyasi alanda gerekse toplumsal alanda halen gizliden gizliye sürdürmekte, kimi zaman da bu gizlilik aşırı sağcı liderlerin ve grupların faaliyetleriyle gün ışığına çıkabilmektedir.

Bir tür hastalık olan ırkçılıktan kurtulabilmek için ilk olarak bu hastalığa neden olan sebeplerin çok iyi bir şekilde tespit edilmesi ve insanlığa getirdiği acıların ve verdiği zararların doğru olarak ortaya çıkarılması şarttır.

Irkçılığın kısa bir tanımını yapmamız gerekirse, ırkçılık bir insanın ya da ulusun kendi ırkını saf ve üstün sayarak başka ırklarla karışmaktan kaçınması ve milleti meydana getiren unsurlar içerisinde ırk kavramına aşırı derecede önem ya da kutsallık verilmesini öngören bir ideolojidir. Irkçılığın en doğru tanımını ise Ashley Montagu "Man's Most Dangerous Myth: The Fallacy of Race" (İnsanoğlunun En Tehlikeli Miti: Irk Safsatası) adlı kitabında şöyle yapmıştır:

Irkçılık, 'ırk' denen şeyin vücut ve ruhun özelliklerini, insan varlığının ve ulusların kişiliğini belirleyen en önemli şey olduğunu iddia eden bir ideolojidir. Dahası ırkçılık denen bu ideoloji, hücrenin, kalıtımın sabit ve değişmez bir parçası olduğunu, bu parçanın nesilden nesile taşındığını ve her bireyde kişilik ve kültürün bir ifadesi olarak ortaya çıktığını ileri sürmektedir.

Irkçılığın Sonucu Terör

İdeolojisini ırkçılık üzerine kuran Siyonizm, terörü kendisine vazgeçilmez bir silah olarak seçmiştir. Bu seçimin nedenini anlayabilmemiz için ilk olarak ırkçı ideolojinin insanları nasıl şiddete ve baskıya sürüklediğini görmemiz gerekir. Irkçılık tamamen ırksal üstünlük prensibi üzerine kurulduğundan her devirde kendi ırkının üstünlüğünü öne süren pek çok ülke ve insan olmuştur. Ancak ırkçılık sadece soy üstünlüğünün sözlü olarak ortaya konulmasıyla kalmamış, fiiliyata geçirilerek üstünlüğün tüm insanlar tarafından kabul edilmesi istenmiştir. Irkçılığın sapkın mantığına göre, diğer tüm ırklar üstün ırkın egemenliğini kabul etmeli, onun buyruğu altına girmeli, onun kültürünü benimsemeli, kısacası onun hakimiyetini kabul etmelidir. Çünkü ırkçılığı savunan insanlara göre kendi ırkları haricinde geriye kalan diğer ırkların hepsi geri kalmış, ilkel ve bir medeniyet sahibi olmayan ırklardır. Bu yüzden de sözde aşağı bir ırk olduğuna karar verilen bir toplumun ya da bir milletin sözde üstün ırk tarafından mutlaka 'medenileştirilmesi' ya da 'sömürülmesi' gerekliliği ortaya çıkmıştır.

Hatta bazı ırkçı kişiler dünyada var olan aşağı ırkların üstün ırka mensup insanların geleceği için bir tehlike oluşturduğunu, üstün ırkın sağlıklı gelişimini bozduğunu ve bu yüzden de aşağı ırkların yok edilmesi gerektiği tezini savunmuşlardır. Dolayısıyla bir toplumun aşağı bir ırk olduğuna karar verildiği anda o topluma her türlü eziyeti yapmak, aşağılamak, zulmetmek, topraklarına ve mallarına el koymak, onları köleleştirmek ve hatta tamamen öldürmek 'meşru' bir kılıfa bürünmekte, diğer bir deyişle bir insan ırkının soykırım yoluyla yok edilmesi onaylanmaktadır. Bryan Appleyard "Brave New World" adlı kitabında ırkçı ideolojinin savunulması sonucu ortaya çıkan bu sapkın anlayışı ve doğurduğu kötü sonuçları şöyle anlatmıştır:

Ne sebeple olursa olsun, ister batıl inançla isterse bilimsel olarak bir kere sizin aşağı bir yaratık olduğunuza karar verilirse, size yapacakları vahşetin bir sınırı olmaz. Ve bu vahşi uygulamalarını haklı görürler, çünkü bir insanın aşağı olduğuna inanıldığında onun kötü ve tehlikeli olduğu ve üstün olanlara bir tehdit oluşturduğu kabul edilir. Hatta bazıları daha da ileri giderek, aşağı olanların bütün insan ırkının sağlığını tehlikeye soktuğunu iddia ederler. O zaman aşağı ırktan olanları kısırlaştırmayı, evlilikleri sınırlamayı ve cinayetleri savunabilirler.

İşte Siyonist ideolojinin temelini oluşturan sapkın mantık budur. Siyonizm'in ırkçılığı, Darwinizm'den ilham almış ve temelini de dine dayandırmıştır. Siyonist ırkçılığın dine dayandırılması ise aşağı ırk olarak nitelendirilen insanların -ki bu ırk Filistinli Araplardır- göreceği baskı ve şiddetin boyutlarını daha da genişletmektedir. Siyonistler Allah'ın Yahudi ırkını seçtiğini ve onları diğer ırklara üstün kıldığını iddia ettikleri için yaptıkları her türlü girişimi de bu sapkın görüş üzerine oturtmaktadırlar. Bu bakımdan, onlara göre başta Filistinli Araplar olmak üzere, tüm Araplar her türlü insanlık dışı muameleye, işkenceye ve katliama layıktırlar ve hiçbir insani değere de sahip değillerdir.

Siyonistlerin savunduğu sözde din kaynaklı bu ırkçı görüşler beraberinde Arap halkına karşı büyük bir düşmanlığın ve kinin ortaya çıkmasına neden olduğundan, Siyonist liderler ve bazı Siyonist Yahudiler Filistinlilere karşı terörle mücadele edilmesini ve onların görülen her yerde mutlaka öldürülmesini savunmaktadırlar. Örneğin, Tel-Aviv Belediye Başkanı olan General Shlomo Lahat şu açıklamayı yapmıştır;

"Burada köle olarak yaşamayı kabul edinceye kadar Filistinlileri öldürmemiz gerekir."

İsrail hükümeti tarafından Arap sorununu çözmek üzere hazırlanan Koeing raporunda da şiddet ve düşmanlık dolu açıklamalar yapılmıştır. Raporda terörün mutlaka desteklenmesi gerektiği şöyle ifade edilmiştir;

"Terörü, suikastı ve toprakları haciz etmeyi kullanmalıyız ve tüm toplumsal hizmetleri keserek Arapları bu bölgeden atmalıyız."

Yapılan bu açıklamalar Siyonist ırkçılığın neden olduğu düşmanlığın boyutlarını açıkça göstermektedir.

Ancak İsrail devletinin Filistinli yerli halka karşı terörü desteklemesinin başka önemli nedenleri de mevcuttur. İsrail ilk olarak terörün ortaya çıkaracağı korku ve panikten faydalanmak istemektedir. Çünkü terör ne zaman, nerede ve ne şekilde yapılacağı belli olmayan saldırıdır. Bu bakımdan terörle yaşayan bir ülke veya bir halk sürekli olarak kendilerine karşı yapılabilecek bir terör saldırısının beklentisiyle yaşamak durumunda kalır ve ortaya çıkan 'zarar görme' ya da 'her an ölme' beklentisi de insanlar üzerinde çok büyük psikolojik bir baskı ve korku yaratır. İşte İsrail devletinin Filistin halkına terörle yaşatmak istediği psikoloji budur. İsrail, Filistin'de korku ve paniğe dayalı bir kaos ortamı oluşturmak suretiyle bölgede Filistinliler lehine can ve mal güvenliğinin yok olduğunu göstererek, onların bölgeyi kendiliğinden terk etmelerini amaçlamaktadır. Bu yüzden terör İsrail devletinin kullandığı etkin bir yönetim, denetim ve kontrol politikası haline gelmiştir. Irgun terör birliklerinin Filistin halkına yaşattığı korku ve bölgede meydana getirdiği karışıklık şöyle anlatılmıştır:

Bizim Irgun askerlerimizin adını andıkları anda panik olan Araplar arasında terör efsanemiz çok yayılmış durumdadır. Bu birlikler İsrail ordusunun bir taburu olmaya layıktırlar. Ülkedeki tüm Araplar sınırsız bir panik yaşıyorlar ve hayatlarını kurtarmak için kaçmaya başlıyorlar. Bu toplu hareket sonraları sağa sola büyük bir panik içinde delirmişçesine kaçışan insan yığını haline geliyor. İsrail devletinin şu anki bölgesinde yaşayan 800.000 Arap'tan sadece 165.000 kadarı burada kalmayı başarmıştır. Bu gelişmenin politik ve ekonomik açıdan önemi çok daha büyük bir oranda tahmin edilebilir.

İsrail ve Faşizm

Faşizm 20.yy'da doğmuş ve yayılmış bir ideoloji olarak bilinmektedir. Faşist rejimler insanlar arasında sürekli bir çatışmanın insanlığın gelişimi için var olması, adalet, barış, demokrasi ve eşitlik gibi kavramların yok sayılması gerektiğini ve daima güçlü ve acımasız olanın kazanacağını savundukları için her zaman savaş yanlısı ve işgalci bir politika izlemişlerdir. Faşist diktatörler koyu bir ırkçı ideolojiye sahip olduklarından her faşist ülke kendi ırkının üstünlüğüne inanmış ve diğer ülkelere bunu zorla kabul ettirmek ve onlara hakim olmak istemişlerdir. Günümüzde faşizmi resmi devlet rejimi olarak benimsemiş bir ülke yoktur. Ama faşizmin ırkçılığı ve şiddet dolu felsefesi halen bazı ülkelerde kendini göstererek, insanlık için bir tehlike olmaya devam etmektedir. Faşist felsefeyi yönetim şekli olarak benimsememesine rağmen, uyguladığı askeri ve siyasi politikalarla faşist ideolojiyi yaşatan bir ülke mevcuttur: Bu ülke İsrail'dir.

İsrail yönetiminin faşist bir karaktere sahip olmasının altında yatan en önemli neden Siyonizm ile faşizm arasındaki büyük benzerliktir. Her iki ideoloji de şiddet, kaba kuvvet, terör, soykırım, işgal, toprakları genişletmek, ırkçılık gibi insanlığa zarar ve beladan başka bir şey getirmeyecek unsurları temel prensip haline getirmiştir. Faşist Almanya ve İtalya nasıl diğer ülkeleri işgale kalkıştılar, kurdukları milis birliklerle nasıl ülke içinde terörü destekledilerse ve nasıl pek çok insanı sadece farklı ırka mensup olduğu için suçsuz yere öldürdülerse, Siyonist İsrail de şu an Ortadoğu'da aynı politikayı izlemektedir. İsrail hükümeti de tıpkı faşist rejimler gibi Yahudi üstünlüğünü savunmakta, bunu kabul ettirmek için şiddete ve teröre başvurmakta, askeri yapıya ve silahlanmaya büyük önem vermekte, Filistinli yerli halka karşı sistemli bir yok etme politikası uygulamaktadır. Siyonizm ile faşizmin bu benzerliği, faşizmin Siyonist Yahudiler arasındaki temsilcisi sayılan Vladimir Jabotinsky tarafından da ifade edilmiştir. Siyonizm'in sömürgeci anlayışını geliştiren Jabotinsky 1930 yılında yaptığı bir açıklamada faşist felsefeyi şöyle özetlemiştir:

Günümüz ahlak kuralları içinde çocuksu hümanizmin etkisi yoktur. Dünya siyasal yaşamını şekillendirecek olgu, sadece ve sadece güçtür. Komşusu ne kadar iyi ve candan olursa olsun, ona inananlar aptaldırlar. Adalete inananlar da aptaldırlar. Adalet, bileği güçlü olanın ve bu bileği büyük bir ısrarla isteklerini gerçekleştirmek için kullananındır.

Dine Dayandırılan Irkçılık ve İşkence

Bugün Siyonizm'in Filistin halkına yaptığı soykırımı ve terörü bir politika haline getirdiği açıkça görülmektedir. Bunların yanında Siyonizm'in Ortadoğu'da faşist sistemi andıran başka politikaları ve uygulamaları da olmuştur. Siyonist İsrail'in tıpkı faşizm gibi işgalci ve yayılmacı bir felsefeye sahip olması Ortadoğu'da yıllardır bitmek bilmeyen karışıklık ve şiddettin temel nedenidir. İsrail devletinin kuruluşundan bu yana değişmeyen amaçlarından birisi de yaşayan tüm Yahudileri tek bir devlet altında bir araya getirebilmektir. Ancak bu hedefin gerçekleştirilmesi için, yani yeni gelen Yahudi göçmenlerin yerleştirilmesi için, boş toprağa ihtiyaç vardır. Bu yüzden İsrail gerekli toprakları elde etmek ve aynı zamanda Tevrat'ta çizilmiş olan sınırlara ulaşmak için boş olmayan toprakları boşaltmakta ve bunun içinde Arap nüfusunun yaşadığı tüm bölgeleri işgal etmeye çalışmaktadır. Bu işgal sonucunda sağ kalan Filistinliler de bölgeden sürülmüştür. (Harun Yahya, Filistin)

İsrail'in tüm bu yaptıkları Siyonist vahşetinin görünen kısmıdır. Vahşetin görünmeyen kısmı ise İsrail hapishanelerinde yaşanmaktadır. Bu hapishanelerde tutuklu bulunan ve göz altına alınan binlerce Filistinli Arap inanılmaz işkencelere maruz kalmaktadır. Bu hapishaneler tamamen 'siyasi' hapishaneler olduğu için uzun zaman İsrail devleti tarafından bu hapishanelerde neler yapıldığı saklanmış ve hiç kimseye araştırma imkanı tanınmamıştır. Ancak 1977 yılında Sunday Times gazetesi 1967 yılından itibaren 10 sene boyunca İsrail hapishanelerinin çirkin yüzünü gösterebilmeyi başarmıştır. Sunday Times'ın araştırmalarına göre Filistinli mahkumların vücutlarına elektrik verilmekte, köpekler tarafından ısırılmakta, vücutlarında sigaralar söndürülmekte ve bilinçlerini kaybedene kadar ayaklarından tavana asılmaktadırlar. İsrail hükümetinin bilgisi dahilinde kurulan bu 'işkence merkezleri' Nazi Almanyası'nda kurulan toplama kamplarını aratmamaktadır. Siyonist ideolojinin benimsediği felsefenin faşizm ile olan büyük benzerliği ortadadır.

Sonuç

Siyonizm dinsiz düzenin ortaya çıkmasını kolaylaştıran "insanlar arası düşmanlığı" yeryüzünde yaygınlaştırmaya çalışmaktadır. Şüphesiz ki bu amaca hizmet eden en etkin metod da ırkçılığın desteklenmesi ve bu yolla insanlar ve toplumlar arasındaki birliğin, dostluğun ve barışın yok edilerek, insanlar arasında "gruplaşmanın" ve "bloklaşmanın" gerçekleşmesini sağlamaktır. Siyonizmin kendi ideallerini makul göstermek için ırkçılığı yaymaya çalışması ve bu sayede bir "kültür ve medeniyetler" çatışması yaratması dünya üzerinde yaşayan tüm milletler ve ırklar için ciddi bir tehlikedir. Ancak Kuran ahlakına dayalı bir toplumda böyle sapkın düşünceler kendine yaşam sahası bulamaz. Tam aksine insanların ayrılıkçı ve bölücü faaliyetlere izin verilmediği gibi birbirine olan bağlılıkları daha da güçlenir. Bu da, Kuran ahlakının hızla yaygınlaştığı 21. yüzyılın ırkçılıktan uzak, adalet ve barışın hüküm süreceği kutlu bir yüzyıl olacağını göstermektedir.